Önce Demokrasiyi ele alalım. O; bir ideoloji, bir izm, bir dünya görüşü, bir yaşam biçimi olarak; ithal edilen zehirli bir tohum gibidir. O'nun ithal edildiği topraklarda yaşayan toplumlar; kademe kademe uyuşturuldukları gibi, fıtri ve asli olan kulluk vazidelerinden de kademe kademe uzaklaştılar. Artık, onların çoğu, dini; bir vicdan işi olarak görmeye ve inanmaya başladılar. Başlarındaki yönetim şeklinin, özgürlüklerini (!) temsil ettiği için rahat rahat uyudular. Uyudular ne demek, uyuşturuldular!...
Üstad Nurettin Topçu'nun deyimiyle;
"Benliğimizde barınan iradeyi alemin iradesinden, daha şahsi ve tam adı ile Allah'ın iradesinden ayırıp onunkine denk bir kudret gibi düşünmek, zavallı insanlığımızın aczinden fışkıran bir kibirden başka bir şey değildir. Hakikatte çarpışan kudretler yok insanın sefaletleri ile ölçülemeyecek kadar büyük aleme yaygın bir irade ile bizim ona iştirak eden ruh yapımız vardır. (N.Topçu. iradenin davası Devlet ve Demokrasi)
Zira, Demokrasiyi benimsediğini söyleyen ülkelerde; gerçek manada, âdalet ölçüleri dahilinde insanların muamele gördüğünü hiç kimse iddia edemez! İzmler ve ideolojilerin tanımında ufak farklılıklar olsa da; aslına bakıldığında aynı kaynaktan beslendikleri rahatlıkla görülür: Beşer kaynaklı yani...
Çünkü Demokrasi denilen yaşam biçiminin kaynağı bâtıl olan batının inkârcı ideologlarıdır. Seçimden seçime, farklı yüzleriyle halka sunulan Demokrasi; kimi zaman plastik bir gelin misalidir. Kimi toplumlar ona bir gelinlik giydirmek suretiyle ilanı aşk edip özünden koparılmış, kimi toplumlar da onu özgürlüğün ve barışın (!)güvercini olarak kabul ettikleri için, uyutulmuşlardır.
Demokrasi, Yunanca bir sözcüktür. Sözcüğün son kısmı "kratos"; iktidar, yönetme, güç anlamına gelmektedir. "Demos" sözcüğü ise; halk, yurttaş topluluğu, sıradan halk gibi pek çok anlamı olan bir sözcüktür. Ansiklopedilerde farklı farklı tanımı bulunsa da, Demokrasi; tam anlamıyla bir uyutma ve morfinleştirme projesinden başka bir şey değildir!...
Bir kaç yılda bir, halkın önüne konulan seçim sandıklarıyla; her hizip kendi tağutunu/müstekbir vekilini (seçildikten sonra, bir daha ki seçime kadar; dokunulmazlık zırhına bürünen) seçmekle parlentoya gönderirler. Ancak, Demokrasi yönetim biçiminde, seçilmeye aday olanların dini ve kimlikleri; yönetici/parlamenter olmasının önünde hiçbir engel teşkil etmemektedir. Dolayısıyla, seçmen/halk; seçmiş oldukları kişilerin yanlış yapmaları halinde onları halletmeye ne güçleri yeter ne de buna yetkileri bulunur. Ta ki, yeni bir seçim süreci gelinceye kadar öyle devam eder...
Üstad Cemil Meriç, Bu Ülke isimli eserinde; İslâm ve Demokrasi arasındaki mesafeye dikkatleri şöyle çeker: "İnsanlar doğuştan eşittirler. Kullukta, fanilikte eşitlik. Sonra iman sayesinde yeni bir eşitlik kazanırlar, kardeş olurlar. Rabbin lütuflarından aynı ölçüde faydalanacaklardır. Hukuki ve müsbet bir eşitlik. Kulun bütün haysiyeti mü’min oluşunda. Kul, mü’min olunca hukuki bir hüviyet kazanır. İslam için hürriyet felsefi değil, hukuki bir mefhumdur. Temeli, camianın bütün fertleri arasında tam bir hak eşitliği olduğu inancı.”
“Kitap sahibi kavimler, İslam’ın üstünlüğünü kabul etmek ve ona cizye ödemek şartıyla hudutlu, fakat teminatı olan bir hakka layık görülürler.”
“İslam cihanşumül bir dindir. Bütün insanlara hitap eder. Kast da tanımaz. Gerçek Müslümanın nazarında sosyal sınıf diye bir şey yoktur. Servet ve mevki ayırmaz insanları, Müslüman Müslümana eşittir. Fukara ve zengin arasında bir mesafe görünmez. Hıristiyan devletlerinde olduğu gibi, tefrika ve husumet de yoktur. Binaenaleyh, akvam-ı İslamiyye de Commune (kapalı cemiyetler) ve socialiste (sosyal Demokrat) ve nihiliste (retçi) gibi furüki itizaliye (toplumdan uzaklaşma, kendini ayrı tutma) bulunmaz.
Devam eder Cemil Meriç: “Demek ki İslamiyyetin temel mefhumu; eşitlik. Bu bir amaç değil, bir hak. Hürriyet, eşitliğin bir başka adı veya görünüşü. Sınıf kabul etmeyen, imtiyaz tanımayan bir dinde kimin, kime karşı hürriyeti? Batı, hürriyeti bir hata işleme hakkı olarak tarif ediyor. Müslümanın böyle bir hakkı yoktur. Çünkü o, ebedi hakikatin emrindedir.”
Gelelim en çarpıcı tespite: “Evet, İslamiyet bir kanun ve nizam hakimiyeti (nomokrasi)dir. Batı’nın gerçekleştirmeye çalıştığı eşitliği çoktan fethetmiştir. Fikir hürriyetine, insanı insana saldırtan bir tecavüz silahı olarak değil, bir ikaz, bir irşat vasıtası olarak kabul etmiştir.”
Kısacası; islâm, insanlığa ebedi saadet vaatederken, izmler veya ideolojiler ise sadece dünyevi pencereden baktırır. O da, kısır ve sakat!...
Kalın sağlıcakla efendim.
19 Eylül 2022.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum