Her ülke her şehir her arkadaş her oyun her sokak ve her taş bir derin iz bırakmıştır yüreğimizde
Ver her yağmur sadece bizim sokağımıza yağmıştır...
Aslında çoğu zaman böyledir ama kimi zaman kendini daha da dayatır işte. Gündeme dair konuşmanın anlamsızlaştığı, insanın bu noktada isteksizleştiği belki de çaresiz kaldığı dönemler olur.
Her tarafın toz duman olduğu, ağır bir kokunun yayıldığı bir dönem geçiriyor insanlık. Kör, sağır, dilsiz, bencil, duyarsız, fıtratına ihanet içinde ama acı çeken, anlamı/hakikatı önemsemeyen/duyarsız, sersemleşmiş, yönünü kaybetmiş ve mutsuz.
Böyle zamanlarda ve mevsim de Eylül ise kaçmak, uzaklaşmak gerekiyor işte bu resimden ama nereye?
Şiire mi, duaya mı, hikâyeye mi, anılara mı, duygulara mı? Ya da bunların toplamı kadar etkili olan çocukluğa mı?
“İnsanın anavatanı çocukluğudur.” der Epictetus. İyi bir liman bence ama fazla durmamalı…
Evet, Eylül herkes için Eylül’ dür.
Nice eylül sokaklar tanıdım mahzun bir yorgunluğa bırakıvermiş taşlarını
O taşlar ki her biri
Uzun ve ince sızılarla yaşıt
Nice gelip geçen cennet ve cehenneme şahit olmuşlar
Ama en çok çocuklardan öğrenmişler mutluluğu
mahçubiyeti de
kanayınca dizleri bir çocuğun
Galiba tüm masumiyeti üzerinde taşıyan, fıtratın bozulmamış halini en çok muhafaza eden çocukluk. Bazen sorarım kendime: Acaba çocukluğumuzdan elimizde ne kaldı, daha doğrusu bugünün çocuklarının elinde çocukluktan ne kaldı?
Hayatı, yaşayarak öğrenme mi, bekleyerek ve çabalayarak bir sevince ulaşma şansı mı, masallara inanmak mı, hayaller kurmak mı veya bakkaldan lokum, horoz şekeri almak ve bununla çok mutlu olmak mı?
Çocukluk iz bırakır insanda ve en çok çocukken edindiğimiz izleri taşırız hayat boyunca. Çocukluğu mutlu ve mütmain geçmiş biri ruhen sağlıklı olur; acı hatıralar ise nüksettiğinde hüzne ve üzüntüye neden olur.
Bakkaldan küçük bir misket ya da şeker alınca çok mutlu olan çocuklukların yaşandığı dönemlere şahit olduk çoğumuz. Oysa çağımız, çocukların sadece geleceğinin değil; çocukluklarının da çalındığı harami bir çağ.
Bakkal demişken; sosyal medyadan bir arkadaşımın paylaşımını ve hikayedeki çocukların şanslılığından bahsetmek istiyorum:
“"Hanim müşterim çoktur, küçük çocuklarla gelirler. Çocuktur yaramazlık yapar rafları karıştırır. Anne
Yapma oğlum
Yapma kızım
Çocuktur genelde dinlemez
Bu sefer
Bak amca kızıyor ama deyip benimle korkutmak ister
Çocuk
Bana bakar
Ben
Yok kızım ya da oğlum kızmam istediğini yapabilirsin derim
Bu arada anne ye çocuğu benimle korkutmamasını söylerim
Niçin yazdım bunları?
Benim ömrüm esnaflıkta geçti 25 yıldır kuruyemişçiyim
Amacım tabi ki ticaret ama başka ciddi bir amacım daha var
İz bırakmak
Bugün 10 yaşındaki bir çocuk 10 sene 20 sene 30 sene sonra beni bir şekilde hatırladığında en azından yüzünde bir gülümseme olsun bir kuruyemişçi Orhan amca vardı desin ve beni güzel ansın
Duam İbrahim aleyhisselam ın duasıdır
ALLAH ım beni benden sonrakiler arasında hayırla anılanlardan eyle"”
Çocuklar ve çocukluk konusunu tekrar düşünmeli bence. Biraz durmalı, hızlı hareket eden her şeyi yavaşlatıp, gürültü çıkaran her şeyin sesini kesip, çocuklarla birlikte çocukluğa doğru yol almalı…
Çok kalmamalı demiştim. Şimdilik bu kadarcık diyelim ve sözü Cahit Sıtkı TARANCI’ ya bırakalım:
“Affan Dede'ye para saydım,
Sattı bana çocukluğumu.
Artık ne yaşım var, ne adım;
Bilmiyorum kim olduğumu.
Hiçbir şey sorulmasın benden;
Haberim yok olan bitenden.
Bu bahar havası, bu bahçe;
Havuzda su şırıl şırıldır.
Uçurtmam bulutlardan yüce,
Zıpzıplarım pırıl pırıldır.
Ne güzel dönüyor çemberim;
Hiç bitmese horoz şekerim!”
Rabbim bizlere ve zamanın ağır tutsaklıklarının yaşatıldığı çocuklarımıza çocuk temizliği nasip etsin.
Selam ile.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum