Bu ülkede modernist İslam akımlarına karşı geleneksel İslam anlayışını cansiperane müdafaa eden iki sima var: Ebubekir Sifil ve Hakan Talha Alp. Hakan Talha Alp daha fazla dayanamadı, siperi terk etti. Acizlikten değil belki hatt-ı müdafaanın tahammülfersa olmayışından artık. Siperde Ebubekir Sifil ve daha düşük profilli İhsan Şenocak’tan başka kimse kalmadı. Modern zekanın sorduğu kıvrak sorular karşısında gelenek çoğunlukla çaresizdir. Yıllar önce Milli Gazete’deki yazıları ile tanımıştım Ebubekir Sifil’i. Ve modernistlerle yaptığım tartışmalarda epey istifade etmiştim. O zamanlar Yaşar Nuri Öztürk Kuran İslam’ı veya Kuran’daki İslam söylemi ile hayli revaçtaydı. Ve elbette ki Ebubekir Sifil’in hedefindeki en önemli sima Yaşar Nuri Öztürk’ten başkası değildi.
Ebubekir Sifil geleneksel İslam’ı haklı olarak modernist İslam akımlarına karşı müdafaa ederken geleneksel İslam’ı fetişleştirme gibi bir vartanın içine düşüyordu zaman zaman. Ehl-i Sünnet’i İslâmî yorumlar içerisinde güçlü bir yorum olarak telakki etmek yerine onu bizatihi dinin kendisi olarak görüyordu. Asıl branşı hadisti ama el atmadığı branş yok gibiydi. Bu hususta muhaliflerinin ondan geri kalır bir tarafı yoktu. İhsan Eliaçık, Bayındır ve Taslaman ile yaptığı münazaralarda muhaliflerinin en azından bazı konularda haklı olabileceğine zerre miskal ihtimal vermiyordu. Bu haliyle Cübbeli’nin akademik hale bürünmüş vaziyetini çağrıştırıyordu.
Her yeniliğe düşman bir edası, çok sert ve haşin bir üslubu vardı. Bunun nedeni galip ihtimalle siperi ve cepheyi tek başına müdafaa etme zaruretinden kaynaklanıyordu. Ebubekir Sifil, muhaliflerinden daha ziyade İslam kokuyordu, İslam’ın içindeydi ve İslam’ın içinden konuşuyordu. Tek talihsizliği dişe dokunur bir eserinin ve Yaşar Nuri, İslamoğlu misali ikna edici bir hitabet kabiliyetinin olmayışı. Bazı eleştirileri çok yerindeydi ve zekiceydi ama kitleler tamir edenden çok tahrip edeni dinlemeye meyyal olduğundan talihi yaver gitmiyordu. Muhaliflerinin çok ciddi kitapları vardı ama Yusuf Kaplan’da olduğu gibi hazretin ciddi bir kitabı yoktu.
Dücane Cündioğlu gibi meal yazarlarını kıyasıya eleştiriyordu ama ikisinin de bir meali yoktu. Düşünce tenkitle başlar bu doğru amma düşünce tenkitle kalmaz; işçiliğe irtifa etmesi için tenkit merhalesini geçmesi gerekir düşüncenin. Yazık ki Cündioğlu, Yusuf Kaplan ve Sifil bu merhaleyi geçemedi hala. Modernistlerin ontolojik yalnızlığına ve güvensizliğine karşılık sırtını güven içinde geleneğe yaslamak huzur verici olabilir ama hiçbir zaman aklı tatmin edici değildir. Aynı tutumu bazı farklarla Ali Bulaç, Abdurrahman Arslan ve kısmen Atasoy Müftüoğlu gibi gelenek savunucularında da gözlemlemek mümkün.
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum