Urfa’nın kurtuluşu kentin kalkınması ile olur, bunun için de birlik olmak gerekir. Bu da hem kolay hem böylesi bir şehir için zor…
Kocaeli, Denizli, Kayseri, Bursa, Gaziantep gibi şehirler bunu başarmış. “Kentin menfaati söz konusu ise kişisel çıkarlarımız söz konusu olamaz” demişler.
Şehirlerinin kalkınması için el ele vererek ne gerekiyorsa yapmışlar. “Milletvekili benim aşiretimden çıksın”, “Yol benim arsamdan geçsin”, “Müdür benim akrabam olsun” dememişler. “Şehrimiz için hangisi iyi olacaksa o olsun” demişler.
Kişisel çıkarların alasının görüldüğü bir şehir haline geldi Şanlıurfa.
Milletvekili bizden olursa çekişince bizi tutar, belediye başkanı bizim aşiretten olursa kaldırımı işgal eder kürsüleri dışarı atarız, müdür akrabam olursa işlemlerimizi beklemeden yapar havamızı atarız… Hayatımız basit çıkar ve torpil düzenine dayalı olmuş.
Fırıncı tanıdık ise tepsiyi güzel pişirmesi, bakkal tanıdık ise yoğurdun iyisini ayırması, hal pazarındaki komisyoncu bizden ise isotun en acısı geldiğinde haber vermesi bizim için en büyük memleket meselesi.
Oturduğumuz sofraların ve dost meclislerinin en heyecanlı konuşmaları markalaşma başarılarımız, ithalatımız ya da ihracatımızı arttırmanın püf noktaları, istihdamımızın her yıl katlanarak arttığını anlatmak değil… “Ağe bı nasıl yoğırt nerden aldi”, “Zalım isot lal etti beni” veya “Kedeyifin pendiri sakız kimin” şeklindeki muhabbetler daha keyif verici bizim şehir için…
Hele bir de “Ağe bunun yeri nerde bize de tarif et” muhabbetinin ardından tarifle birlikte “Söle kirvey selam etti eynisinden gelişine siye de verir” karşılığı geldi mi; Kentteki dayanışmanın, kalkınmanın, başarının seviyesini görün o vakit.
Bu kadar aklı midesinde olan başka bir şehir var mı bilmiyorum ama bu konuda bile geri kalmışlığımız, markalaşamamamız en büyük utanç vesilemiz olması gerekirken, komşu şehirlerimizin bizi kıskandığı gerekçesinin arkasına çok rahat sığınabiliyoruz.
“Maraş isotumuzu, Antep fıstığımızı, Adıyaman çiğköftemizi çaldı” diyerek işin içerisinden sıyrılıyoruz. Sadece içli köftemiz, ağzı açığımız, lahmacunumuz veya şıllık tatlımız bile ayaküstü yenilebilecek en büyük lezzetler olmasına rağmen bir fast food zinciri çıkaramadık şehir olarak. Hem de şubeleri dünyaya yayılabilecek fast food markaları olabilirdi her biri ayrı ayrı…
Osmanlı döneminde hanlarıyla dünya çapında tüccarlara ev sahipliği yapan, Harran’da kurduğu İslam Üniversitesi ile dünyaya ilim yayan, Suruç’ta ürettiği çadırları imparatorluğun her bir yanına satan, Birecik’teki tersanede yaptığı gemileri birer birer Fırat’a bırakıp Basra Körfezinden denizlerde yüzdüren Urfa; Bir parça toprak için birbirinin kanını içen, mezarlıklardaki korkulukları bile çalınan, en iyi entrikacıların, tefecilerin, kumarcıların, kumpasçıların, ihale avcılarının iş adamı veya kanaat önderi diye saygı gördüğü bir şehir haline geldi.
Tüm bunları aşmanın formülü “birlik” olmak…
Defalarca yazdım ve yazmaya devam edeceğim. Bağırsak temizliği mi dersiniz, çürük elmaların ayıklanması mı dersiniz, namusluların namussuzlardan daha cesaretlenmesi mi dersiniz bilmiyorum ama şehir olarak silkelenmemiz şart. Kentin menfaatini ön planda tutacak her konuda birlik olmayı başarmalıyız.
Söz konusu Şanlıurfa ise gerisi teferruat diyebilmeliyiz. Çünkü bu gemi batarsa ne aşiret ne akraba ne baba ne oğul kalacak. Batıyor da…
Daha fazla gösterilecek yazı bulunamadı!
Tekrar deneyiniz.
0 Yorum