Eskiden Urfa'nın sıra gecelerinin en renkli anlarından biri, "öç" dediğimiz bahse girmeydi. Gençler, cesaret ve güç gerektiren işlerde bahse tutuşur, kazananı ise ödüller beklerdi. Bu geleneksel bahisler, bazen tarihe damgasını vuran hikayelere de ilham kaynağı olmuş. Bunlardan biri, "Kanlı Mağara Efsanesi"dir. Bu gizemli ve korkutucu hikayeyi ise Bekir Urfalı paylaştı.
İşte o efsane:
“(Urfa’da Anlatılan Meseleler)
Kış aylarında Urfa’ya akşam erken iner. İkindi namazından dönen esnaf, dükkân darabalarını yavaş yavaş kapatmaya başlar, ağır ağır evlerine yönelirler.
Akşam sıra gecesi kendinde olanlar çiğköftelik kara eti, yeşilliği-zerzevatı, peynirli helva veya kadayıf için tuzsuz peyniri erkenden tedarik edip, eve göndermiştir. Evde de tatlı bir telaş vardır akşam için. Kara et kara taşın üzerinde sabırla dövülmüş, siniri alınmış, macun haline getirilmiş, çiğköftenin hışırı kuyu başında bol su ile yıkanıp, ayıklanmış, köftenin bulguru evfsilmiş, (bulgurdaki kepeğin, çiğköfteyi hamur haline getirmemesi için, bulgurun kepeği/ sımıt’ın bulgurdan ayıklama işlemi) akşam, elleri ayakları bir birine dolaşmasın, çakşaşmasınlar diye, misafir ağırlamak için her şey er vakitten hazırlanmıştır.
Kış günleri Urfa’da ne kadar kısaysa, geceler de bir o kadar uzundur. Gündüzler durgun, gece daha renklidir. Evin erkekleri sırada ya misafir ağırlar, ya sıra gecesine gider. Evde kalan çoluk çocuk da, sıcak tandırın içine girer, nenelerinin- dedelerinin anlattığı hikâyelerin hayallerinde canlandırdığı pembe düşlere dalarken, anneleri bir tarafta gazocağı üzerinde, tenekeci ustaların elemeği patpat eleğinde, mısır patlatmakta, bir diğeri palıza dilimlemekte, bir başkası sandıktan şıra çıkarmaktadır…
Akşam namazından sonra, kararlaştırılan saatte misafirler sıra yapılan eve gelmeye başlar, hal-hatır, hoş-beşten sonra, çeşitli oyun ve eğlencelerle gece geçmeye başlar, en iyi köfte yoğuran leğenin başına geçer, biri yardımcı olur köfte yapana, biri tatlıyı yapmaya başlar, herkes bir işin ucundan tutar, tatlı, hoş bir hava içinde, eğlence tadında ikramlar hazırlanır.
Gençlerin böyle bir sıra gecesinde, sohbet almış başını gitmişken, cinlerden, perilerden konuşulmuş. Söz dönüp-dolaşıp yiğitliğe, cesarete gelmiş. Kimi duyduğu kahramanlık kısalarını anlatmış, kimi kendi cesaretinden bahsetmiş. Gençlerden biri “ Kim kırx mağarıya gidebilir” demiş. Gidilirdi- gidilmezdi derken, gencin biri atılıp “ Ben gıderem” demiş. Gitmek için ayağa kalkmış. Bazılar vazgeçirmeye çalışmışsa da genci ikna edememişler. Birisi “ Mağarıya gettiği nerden bılecağıx? Gıder zuvaxlarda gezer gelırsen, gettim dersen” birisi “ Mağarıya biy işaret bıraxsın, sebbeh oldığında gıder baxarıx.” Demiş. Nasıl bir işaret olacağını düşünürken, ev sahibi, “ Durın ben biy sıkke ( binek hayvanlarının yularının ucunda bulunan, yere çakılarak hayvanın kaçmasını önleyen büyük demir çivi) getırım. Onu mağarıya çaxsın” der. Genç adam kürkünü giyer, sıkkeyı alıp yola çıkar.
Vakit geçmiş, gece kırılmış, zifiri karanlık. O dönemin Urfa’sında sokaklarda ışık yok. Etraf tenha. Genç adam Hokka meydanından çıkıp, hacı kılep ocağının önünden, boklu sokağa girip, yolu kısaltmak için Hasanpatişah camisinin içinden geçti, ortalık sin sin ediyordu. Mecmelbahrden geçerken dertli dolapların çıkardığı sesler hasta bir insanın iniltisi gibi geldi genç adama. İçi ürperdi. Besmele çekti. Adımlarını hızlandırdı. Molla Êlı tetirbesini geride bırakıp, bağların arasından geçerek dağın yolunu tuttu. Mağaraya geldiğinde havanın soğukluğuna rağmen sırtından terler aktığını hissetti. Uzaktan gelen köpek seslerinden başka ses yoktu. Mağarayı biliyordu. Daha önce defalarca arkadaşlarıyla buralara yatıya gelmişti. Mağaraya girdi. Zifiri karanlık, bastığı yeri görmüyordu. İçlere doğru birkaç adım atıp durdu, el yordamıyla yerden bir taş alıp yanında getirdiği sikkeyi çakmak için yere çömeldi, taşı demir çiviye vurunca, ses mağarada yankılandı. Yankılanan sesle birlikte mağarada yuva yapmış kuşların kanat sesleri duyuldu. Genç adamı bir korku aldı. Buralarda cinlerin olduğuna dair hikâyeler dinlemişti. Bacaklarının titrediğini hissetti. Bütün bedenini korku sarmıştı. Bütün gücünü toparlayıp kalkmak istedi. Birilerinin kendisini fistanından tuttuğunu hissetti. Korkusu daha da arttı. Çırpınmaya başladı. Korku bütün vücudunu sarmış, artık aklıyla düşünemiyor, kendini kurtarmaya çalışıyor, var gücüyle bağırıyor, koca mağaranın içinde sesi büyüyerek kendine geri dönüyordu. Elleriyle mağaranın duvarlarına vurmaya başladı. Çırpınıp kurtulmaya çalıştı, çırpındıkça korkusu arttı, korkusu arttıkça kendini duvarlara vurmaya başladı…
Sıra arkadaşları, eğlencelerine devam etmiş, evlerine gitme saati geldiğinde arkadaşlarının dönmediğini fark edip, “vakit geç oldu, belki evine gitmiştir” diye düşünerek, herkes evine dağılmıştı.
Gece genç evine gitmeyince ailesi “arkadaşlarında kalmıştır” diye düşündü. Ertesi gün de gençten haber alamayan aile, gidip arkadaşlarına sordular, arkadaşları da gece aralarında geçen konuşmayı anlattılar. Gencin ailesi ve arkadaşları genç adamı dün geceden beri gören olmadığını anlayınca, telaşa kapılıp doğruca mağaraya gitmeye karar verdiler. Mağaraya geldiklerinde genç adamın kanlar içindeki cesedi ile karşılaştılar.
Genç adam demir çiviyi yere çakarken karanlıkta görmeyerek fistanının ucunu da birlikte yere çakmış, kalkmak istediğinde de fistanı takılı olduğundan cinlerin kendisini tuttuğunu sanıp, korkuya kapılarak kurtulmak için çırpınmaya başlamış, mağaranın duvarlarına kendini vura vura vefat etmişti.
Arkadaşları, yersiz iddianın cezasını arkadaşlarının kanıyla, genç adam da hayatıyla ödemişti.
O günden sonra Urfalılar bu mağaraya Kanlı Mağara demişler”.
Kaynak: MUSTAFA EKİNCİ
0 Yorum