TERSLİKLER
Susuz kalmış, kurumaya yüz tutmuş bostanı sel basmış, ekinler su ile hayat bulacak derken su ile can vermişler. Günümüzde Ramazan-ı Şerifte buna benzer anlaşılmaz tersliklere şahit oluyoruz. Öyle ki verilen emekleri bir çırpıda yok edebiliyor. Ramazan-ı Şerif’i layıkıyla değerlendiren müminleri tenzih ederiz ama bu terslikleri yaşayanların sayısı da az değildir.
Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle Ramazan-ı Şerif oruç ayıdır; oruç ise, yemek içmek başta olmak üzere nefsin alışkanlıklarını bir ay askıya almak, terk etmektir. Bu şekilde nefsin direncini kırmak onu terbiye etmektir. Oysa bu zamanda Ramazan, türlü türlü yiyecek ve içeceklerle nefsi şımartma ve alabildiğince israf ayı durumuna getirilmiştir. Ramazan-ı Şerifte çeşit çeşit yemekler, meşrubatlar hazırlanır, televizyonlarda yemek programlarından geçilmez olur. Çoğu uykuda geçirilmiş gündüz orucuna bedel, gece boyu nefsi şımartan yeme içme ve eğlence etkinlikleri ile adeta birkaç saat istekleri karşılanmadığı için nefisten özür dileniyor.
Ramazan-ı Şerif’in bereket ayı olduğunu biliyoruz. Bu bereket ise oruçla sağlanır. Yani gün boyu tutulan oruç, tüketimin bu ayda azalmasına, dolayısıyla masrafların da azalıp tasarruf edilmesine yol açar, bu da bereket olur. Gıda ürünlerine talep azaldığı için bu bereket, ucuzluğu da beraberinde getirir. Böylelikle pahalılıktan dolayı yıl boyu bazı ürünlerden mahrum olan fakir-fukara, Ramazan’da sağlanan bereket ve ucuzluk sayesinde bu ürünlere ulaşabilirler. Demek ki Ramazan bereketi, hakiki orucun sağladığı tasarrufla, kısmayla gerçekleşir. Unutmayınız ki üç kişilik az bir yemeğin üç bin açı doyuracak kadar çoğalması şeklindeki bereket, peygamberimiz (ASV)’a has bir mucizedir.
Ramazan-ı Şerif ibadet ayıdır. Oruç kadar namaz da farzdır. Hatta namaz oruçtan daha rahat, hafif ve önceliklidir. Ramazan-ı Şerifteki oruç şükür ve kulluk bilincini kazandırmalı, farz namazlara karşı tembel ve ihmalkâr olanları dahi harekete geçirmeli, farz namazları ciddiyetle eda etmeye sevk etmelidir. Farz namazlarını eda eden, orucunu da tutan Müslümanlar, daha fazla sevap kazanmak için zorunlu olmayan nafile teravih namazını da kılabilirler. Ancak mecburi olan farz namazlarını kılmayıp, mecburi olmayan teravih namazını kılmak yahut oruç tutup hiç namaz kılmamak, günümüze mahsus anlaşılmaz tersliklerden biridir.
Duanın muhatabı insanlar değil, Allah’tır. O, açık gizli, sesli sessiz her sözü, her duayı işitir. Ancak uygulamada bu anlayışa zıt bir durum görüyoruz. Dualar televizyonlarda, internette, sosyal medyada, camilerde de hoparlörlerle yapılmaktadır. Çok kez şahit olmuşum, camide tam bir saf bile olmayan az bir cemaat için imam yine mikrofonla namazı kıldırıyor ve dua okuyor. Minare hoparlörlerinden de dua edildiği çok oluyor. Duaların ses yükseltici cihazla daha makbul olacağına dair kaynaklarımızda bir kanıt bulunmamaktadır. Hatta aksine duanın gizli yapılması gerektiğine dair ayet vardır: “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez.” (A’raf, 55.)
Peygamber (ASV) Bir yolda giderken yüksek sesle tekbir ve tehlil getirmeye başlayan bir grup sahabeyi uyararak şöyle buyurmuştur: “Ey insanlar! Kendinize merhamet edin. Sizin dua ettiğiniz, duymayan ya da uzakta olan biri değildir. Siz, her şeyi işiten, yakın olan bir zata dua ediyorsunuz ki O sizinle beraberdir.” (Buharî, Cihad 131; Müslim, Zikir, 44.)
Ramazan-ı Şerif, ahiret hazırlığı konusunda gecesiyle, gündüzüyle önemli fırsatlar sunan ve çok sevaplar kazandıran bir ibadet ayıdır. Sahura kadar geceyi uykusuz geçiren Müslüman, fırsatı değerlendirmeli, geceyi ibadet, Kur’an okuma ve dua ile geçirmelidir ki uykusuz kaldığına değsin. Ancak sahura kadar eğlencelerle, boş konuşmalarla, müzik veya yemeklerle vakit geçirmek uyanık kalmanın en anlamsız halidir. Bunun uhrevi hiçbir kazanımı yoktur. Ramazan gecelerinde ilahili müzik programları hiçbir sevap kazandırmaz.
“İnsan, aceleci (bir tabiatta) yaratılmıştır..” (Enbiya, 37.) ayetinin işaretiyle insan sabırsız bir haslettedir. Ramazan-ı Şerif’in önemli özelliklerinden biri de sabırsız insana, sıkıntılara, nefsin elde edemediği isteklerine karşı tahammül ve sabır kazandırmasıdır. Bir aylık bu sabır eğitimi, bir sabır aşısı hükmünde yıl boyu süren sabır gücü kazandırarak güzel ahlaka sahip olmasını sağlar. Oysa günümüzde bu durumun da tersyüz olduğunu görüyoruz. Oruçlu olmanın verdiği tahammül ve sabrın yerini büyük ölçüde tahammülsüzlük, öfke ve saldırganlık almıştır. Ramazan-ı Şerifte bundan kaynaklı olarak yaralama ve bazen ölümle sonuçlanan kavgaların, kırıcı tutum ve davranışların arttığına üzülerek şahit oluyoruz. Oysa İslam’ın istediği oruç, öfke ve kavgaların tetikleyicisi değil, engelleyicisi olursa gerçek oruçtur. Peygamberimiz (ASV) şöyle buyurmuştur: "Oruç bir kalkandır. Sizden biriniz oruçlu olduğu bir günde kötü söz söyle mesin, kavga etmesin. Ona birisi kötü söz söylerse, 'Ben oruçluyum.' desin." (Buharî, Savm, 9.)
Oruç tutmak bir emektir. Gün boyu sabır gösterip oruçlu kaldıktan sonra dikkatsizlik sonucu bir damla su yahut bir kırıntının boğaza kaçması türünden basit bir nedenle orucun bozulması, büyük bir hüsran olduğu gibi, öfke, çekişme, kötü söz yahut incitici davranışlar şeklindeki oruçla bağdaşmayan ve önlenebilir nedenlerle oruç emeğini boşa çıkararak sevabını zayi etmek de ondan daha büyük bir hüsrandır. Bu uhrevî kayıp, Hadis-i Şerifte “iflas” olarak tanımlanan durumlardan sayılmıştır. (Müslim, Kıyame, 6.)