ŞEHİR VE KÜLTÜR BAĞLAMINDA, ŞEHR-İ URFA (2)
“…Affetsen kınanmaz artık Nemrud’u;
Şimdiki çektiğin aştı hududu.
İnsanlık namının bizde mevcudu,
Yok imiş yanarak ağlayan şehir…”
(Mehmet Akif İnan; Ağlayan Şehir)
Geçen hafta yazdığımız yazıyı Mehmet Akif İnan’ın “Ağlayan Şehir” şiirinden alıntı ile sonlandırmıştık. “Şehir ve kültür Bağlamında Şehr-i Urfa” demiş ama meselenin şehir ve kültür ilişkisi kısmını özetlemekle yetinebilmiştik. Bu hafta yine aynı şiirden bir başka dörtlük ile başladık yazımıza. “Ağlayan Şehir; sanırım, şehir ve kültür özelinde Urfa’ya baktığımızda meramımızı en iyi ifade edebilecek iki kelime bu olabilirdi: “Ağlayan Şehir”
Evet, ne demiştik: “Bir şehir için kültür, her şeyini kaybettiğinde yeniden ayağa kalkabilme unsurudur. Şehir, o şehrin olmazsa olmazı olan kültürü ile var olacaktır. Evin, sokağın, mahallenin, meydanın ve nihayet şehrin bir kültürü vardır. Şehrin kültürünü ortaya koyan, fizik olarak var olan yapıların üzerinde yükselen o şehirde yaşayan insanların anlam değer dünyasıdır…”
Tarihiyle, medeniyetiyle, geleneğiyle mimarisiyle, kokusu ile tınısı ile hasılı bir şehri şehir yapan ruhu ile (dikkat buyurunuz özellikle şehir diyorum, kent demiyorum) ne varsa taşıyan Urfa; bugün kültür olan, irfan olan, medeniyet olan halinden hızla uzaklaşmaktadır. Urfa’nın bugün kültürel anlamda yaşadığı durum; hazinenin üzerinde oturup dilenen adamın garipliğidir.
Urfa bugün bütün kültürel birikimini sözüm ona kültürsüz bir şekilde sıra geceleri, çiğ köfte ve isota mahkum ederek feda etme yolunda tam hız ilerlemektedir. Dışarıdan gelen yabancıya kendi kültürünü, Urfa’yı başka şehirlerden ayıran “nevi şahsına münhasır” özellikleri ile tanıtmak bir tarafa kültürsüzlüğün bilumum türleri ile arzı endam etmektedir. Bu bağlamda şehir kültürüne olumlu etki yapması gereken turizmin, kültürsüzlüğe nasıl hizmet ettiğini ortaya koyan uygulamaların da sıradanlaşmasına şahit oluyoruz. Unutulmamalıdır ki; kültürle yön verilemeyen, kültürün yön verme imkanı bulamadığı, kültürsüzlüğün egemen olduğu yerde turizm, potansiyel olarak ne kadar zengin olursa olsun; bütün o hazinelerine, bütün o birikimine rağmen yok olmaya mahkum olacaktır.
Evet, tekrar ediyoruz, Urfa bütün birikimiyle bir kültür şehridir. Yeter ki kendi kültürel zenginliğini ortaya koyacak bir “kültürel tavır” ortaya koyabilsin. Bu noktada yerel ve merkezi yöneticilere büyük görevler düşmektedir. Bugün Urfa’da, trilyonlarca liralık bütçelerine rağmen belediyelerimizin hali hazırda bülten olmanın ötesine geçebilmiş; kültür, sanat, fikir ve edebiyat alanında herhangi bir yayınlarının olmaması dikkate değerdir. Büyükşehir Belediyemiz dahil hiçbir belediyemizin herhangi bir kültür sanat akademisinin olmayışı, belediyelerimizin kitap fuarlarında dezavantajlı kesimleri kitapla buluşturabilme noktasında gösterdikleri ilgisizlik, kültür, sanat, sinema ve edebiyat alanında faaliyet ve atölye çalışmalarının yok denecek kadar az olması da; “ne durumdayız” sorusunun yanıtı olarak “bir isot kadar acı” bir şekilde karşımızda durmaktadır. Ve son tahlilde isot, kebap ve sıra gecelerinden öteye geçmeyen sözüm ona kültürel faaliyetler esasen bu bağlamda hali pür melalimizi ortaya koymaktadır.
Ne yapmalı; Türkiye’nin en genç nüfusuna sahip olan ilimizde gençleri ancak kültür-sanat faaliyetlerine yönlendirerek yanlış yollardan uzaklaştırabiliriz. Gençlere yönelik kültürel etkinlikler, şehrin edebiyatını oluşturmak amacıyla yapılacak çalışmalar, gençleri kitapla, kültürle, sanatla, edebiyatla buluşturacak projeler tam da kültür şehri olma noktasında derde derman sadra şifa bir hizmet olacaktır.
Ne yapmalı, sorusunu şehrin tanıtımı noktasında özellikle çoğu kez kötü haberlerle şehrin imajının zedelenmesine hizmet eden “medya” açısından da sormak gerekecektir. Medya elbette önüne gelen haberlere haber değeri bağlamında yaklaşacaktır. Ancak bir şehirde yapılan kültürel faaliyetler, bir sanat etkinliği, bir sinema gösterimi, bir şiir şöleni ya da mesela şehrin kültürünü gerçek manada ortaya koyacak bir faaliyet; bir çocuk istismarcısı kadar, bir kavga kadar, bir şiddet haberi kadar ilgi görmüyorsa, vardığımız yerin esasen kötüyü ve kötülüğü her alanda iyinin ve güzelin önüne çıkarmış olmamızdan kaynaklandığını fark edebilmemiz gerekiyor. Ne diyorduk; “hal saridir” ; iyilik de kötülükte bulaşıcıdır. Mesele sizin hangisine yakın olduğunuzdur …
“Kültür Şehri” için ne yapmalı sorusuna; sadece yerel yönetimlerin ya da bir kesimin değil, herkesin ve herkesimin, derneklerin, sivil toplum örgütlerinin, sendikaların katkı sunabilme noktasında gayretlerinin olması gerekiyor. Unutulmamalı ki hiçbir şey boşluk kabul etmeyecektir. Kültürün arzı endam etmediği, kültürün olmadığı, kültürün kaybolduğu, yitirildiği yeri kültürsüzlük kuşatacaktır…