MÜRŞİD-İ KÂMİLE UYMAK

Muhterem Kardeşlerim…. “Mürşid, dine uygun yaşamıyorsa ona itaat edilmez” demek doğru değildir. Emîr ile Mürşid-i Kâmil farklıdır. Emîrin bile, günah olmayan her emrine uyulur. Devlet Başkanı veya âmir, günahı emrederse ona uyulmaz. Mürşid-i Kâmil ise öyle değildir. Bir kimse, tâbi olduğu büyüklerin yaptığının yanlış veya doğru olduğunu ayırabiliyorsa, zaten ona tâbi olmasına lüzum kalmaz. Tâbi olmuşsa ona uyması lazım. Zâhire göre hüküm vermek yanlış olur. Mahmud Sâminî hazretleri tütün içerdi. Talebelerinden Osman Bedreddin “İmam Efendi” sigara içmeyi haram bildiği için, “Hocam dine aykırı iş yapıyor” diye kalben ona kızıyordu. Hocası ona; “Bizim tütün çubuğumuzu düşüneceğine, Allahü Teâlâ’yı düşün” buyurdu. Osman Bedreddin, düşüncesine tevbe etti. Sadık talebelerinden oldu. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Ehlullaha, yani Allah adamlarına karşı gelmekten çok sakınmalı. Hele arada pîrlik ve rehberlik bağı varsa ve ondan istifade yolu açılmışsa, onun ufak bir şeyini beğenmemek, öldürücü zehir olur. Bu yolda olanları tanıyıp sevmek, Allahü Teâlâ’nın en büyük nimetlerindendir. Şeyh-ul-İslam Abdullah-i Ensari hazretleri, “Yâ Rabbî! Dostlarını öyle yaptın ki, onları tanıyan sana kavuşuyor, tanımayan ise, sana kavuşamıyor. Felakete düşecek olanı da üstümüze atıyorsun, yani bize saldırtıyorsun” buyuruyor. Bu büyüklere düşmanlık etmek veya onları incitmek, sonsuz felaketlere sebep olur. Böyle büyük bir zat ele geçerse, bütün arzularımızı onun eline bırakmalıyız, ölü yıkayıcının elinde, teneşirdeki meyyit gibi [itirazsız ona tâbi] olmalıyız, (1/78, 1/106, 1/61) Bu hususta iki menkıbe şöyledir: Behaeddin Buhârî hazretleri, bir sohbette talebelerinden Molla Necmeddin'e dönüp, “Sana ne söylersem, sözümü tutup söylediğimi yapar mısın?” dedi. Molla Necmeddin, “Elbette yaparım efendim” dedi. “Bir günah işle desem, mesela hırsızlık yap desem yapar mısın?” dedi. Mazur görün efendim, hırsızlık yapamam” dedi. “Madem sözümü dinlemiyorsun, burayı terk et” buyurdu. Molla Necmeddin, dehşet içinde, olduğu yere düşüp bayıldı. Oradakiler Behaeddin Buhârî hazretlerine yalvarıp, onun affedilmesini sağladılar. Molla kendine gelip kalktı. Hep beraber evden dışarı çıktılar. Behaeddin Buhârî hazretleri yoldaki bir evin duvarını gösterip talebelerine, “Bu duvarı delin, evin içinde falan yerde bir çuval kumaş var, onu alıp getirin” dedi. Talebeleri duvarı yarıp, kumaş dolu çuvalı alıp getirdiler. Az sonra bir köpek sesi işitildi. Behaeddin Buhârî hazretleri, Molla Necmeddin'e, “Bir arkadaşınla gidip evin etrafına bakın, ne var?” dedi. Gidip baktılar ki, o eve hırsız gelmiş, evde ne varsa almışlar. Durumu hocalarına anlattılar. Sabah olunca, Behaeddin Buhârî hazretleri, gece o evden aldırdığı kumaş dolu çuvalı sahibine gönderip, talebelerine, “Gece buradan geçerken, bu malınızı alarak hırsızların çalmasına mâni olduk, bu malınızı hırsızlardan kurtardık” demelerini tembih etti. Onlar da götürüp sahibine teslim ederek durumu anlattılar. Molla Necmeddin'e de, “Eğer sen emrimize uysaydın, sana çok sırlar açılacak ve çok şey kazanacaktın. Maalesef nasibin yokmuş” dedi. Molla Necmeddin, çok pişman olduysa da, iş işten geçmişti. Behaeddin-i Buhârî hazretleri, yine birgün talebeleri ile kıra çıkmıştı. Yolda bir ırmağın üzerinden geçiyorlardı. Irmağın suları kabardığından birçok ağacı kökünden söküp götürüyordu. “Alaeddin atla” buyurdu. Alaeddin-i Attar hazretleri, kendini hemen ırmağın azgın sularına attı. Sular onu yuttu. [Meselenin iç yüzünü bilmeyenler bunu bir intihar olarak kabul ederler.] Sonra yollarına devam ederek kırlarda gezdiler. Akşam üzeri geri dönerken, köprünün yanına gelince, talebelerine, “Biz kaç kişiydik, bir eksiğimiz var mı?” diye sordu. Talebeleri, “Evet efendim, biri ırmağa atlamıştı” dediler. Behaeddin-i Buhârî hazretleri ellerini uzatıp, “Alaeddin gel” buyurdu. Alaeddin-i Attar ırmaktan çıktı. Elbiseleri bile ıslanmamıştı. Talebelerine, “Görüyorsunuz, ırmak, kökleri sağlam olmayan bütün ağaçları söküp götürüyor. Fakat Alaeddin'in kökü sağlam olduğundan onu söküp götüremedi” buyurdu. Bu örneklerde olduğu gibi, kökü sağlam olan talebeler, büyük zatların dine aykırı gibi görünen işlerine itiraz etmezlerdi. Yakub Çerhi hazretleri evliyanın büyüklerindendi. Herkes, Bahaeddin Buhârî hazretleri onu kendine vekil edecek diye bekliyordu, fakat o, Alaeddin Attar hazretlerini vekil bıraktı. Dedikoducular, bekledikleri olmayınca, “Damadı olduğu için onu vekil bıraktı, yoksa o bu işe layık değildi” dediler. Böylece vekil bırakan zata suizanda bulundular. Bu duruma düşmekten Allahü Teâlâ hepimizi muhafaza buyursun! Hâlbuki aşağıda da bildirildiği gibi, bu büyükler emaneti lâyık olana verirler. Mesela İmam-ı Rabbânî hazretleri de oğlu Muhammed Masum hazretlerini vekil etmişti. İmam-ı Rabbânî hazretleri buyuruyor ki: Büyük bir zatın işlerini beğenmemek, insanı sonsuz felakete götürür. Onun her işi, her sözü iyi ve güzel görünmedikçe, onun feyizlerine kavuşamaz. Ona aşırı sevgisi ve bağlılığı olmakla beraber, içinde ona karşı kıl kadar bir beğenmemek bulunursa, bunu kendi için felaket, yıkım bilmeli. Bu zamanda doğru ile yanlış, iyi ile kötü birbiriyle karışıktır. Onun işlerine iyi gözle bakmalıdır. (1/313) Onun hiçbir işine, hiçbir sözüne, hardal tanesi kadar bile itiraz etmemeli. “İnsanların en aşağısı, bu büyüklerde kusur görendir” buyuruluyor. Onda bir üstünlük, bir keramet aramamalı. Bir müminin, bir Peygamberden, bir mucize istediği, hiç görülmüş müdür? Kâfirler mucize ister. (1/292) Ebu Cehil, “Kureyş büyükleri, zenginler dururken, bir yetim peygamber olamaz” diyerek Resulullah’ın “sallallahü aleyhi ve sellem” Peygamberliğini kabul edememişti. Ebu Cehil, burada Allahü Teâlâ’yı suçluyor, (Bu işe layık olmayan birini Peygamber yaptın) demek istiyordu. Resulullah Efendimiz, Allahü Teâlâ’nın elçisi ve vekilidir. Vekil, kendisine verilen yetki bakımından asıl gibidir, onu temsil eder. Vekile itiraz, asıl zata itirazdır. Ona itaat, asla itaattir. Allahü Teâlâ, “Resulüme itaat, bana itaattir” buyuruyor. Resulullah efendimizin tâyin ettiği halifeyi, kumandanı kabul etmemek, Resulullah'a itiraz etmek olduğu gibi, Resulullah’ın vârisi olan büyük zatların vekilini kabul etmemek de, o büyük zatlara itiraz etmektir. İtiraz görünüşte vekile ise de, hakikatte o büyük zata yapılmıştır. Vekilini beğenmemek, o büyük zatı beğenmemektir, “Büyük zat, bu işi yanlış yaptı, haram işledi” demektir. Çünkü işi ehline vermek farzdır. Ehil olana vermemek ve ehil olmayana vermek haramdır. Nisâ sûresinde mealen, “Allahü Teâlâ, size emanetleri ehline vermenizi emreder” buyuruluyor. Büyük zatlara “İşi ehline vermedi” demek çok çirkindir. Onlarda yanlış zannedilen bir şey görünce, “Mutlaka bilemediğimiz bir sebep vardır” diye düşünmeli. Silsile-i Aliyye büyüklerinden, mesela Mevlânâ Halid-i Bağdadî hazretleri, “Bu büyük zatların gözünden düşmek, yedi kat gökten düşmekten kötüdür” buyuruyor. Yedi kat gökten düşen ölür, imanı varsa şehit olur. Ama hocasının kalbinden düşen, Cehenneme düşer. Bu büyük zatların kalbi, hocasının kalbine, onun da kalbi, kendi hocasının kalbine bağlıdır. Bu silsile yoluyla Resulullah Efendimize, oradan da Allahü Teâlâ’ya gider. Onun için, din büyüklerine karşı bir edepsizlik etmekten çok sakınmalıdır. O büyükler, talebelerine, evlatlarından çok düşkündür. Onların talebesine ne yapılsa, hocasına gider. Çünkü onlar, “Her talebemiz bizim evladımızdır” buyuruyor. Hiç olmazsa bunun için, onları üzmekten çok sakınmalıdır. Evlada yapılan babaya yapılmış gibidir. Evlada hediye verilse, babası kendisine verilmiş gibi sevinir. Evladı üzmek, babayı üzeceği gibi, talebeyi üzmek de hocayı üzer. Bunun da nereye varacağını düşünmelidir. Büyükleri kabul etmeyip, “Bizim mürşidimiz büyüklerin kitaplarıdır” demek de yanlıştır. Bu söz, “Bize Kur’an yeter” deyip Resulullah Efendimizi kabul etmeyen mezhepsizlerin sözüne benzemektedir. Hâlbuki bu dinsizliktir. Büyüklerin kitapları elbette bütün dünyadaki Müslümanların mürşididir, her Müslüman’ın onlara uyması şarttır.   Allahu Teâlâ cümlemizi kendisine layık kul, Habibine layık ümmet eylesin. (Amin)