TEBESSÜMÜN ALTINDA SAKLI OLAN HIÇKIRIKLAR
Doğarken o da her çocuk gibi masum doğmuş, birkaç yıla aradan sonra o da diğer çocuklar gibi şen şakrak kısa bir zaman geçirmişti. 1964 yılında, kaos ve endişenin iç içe olduğu bir zaman diliminde açmıştı gözlerini bu fani âlem sürgününe. O günler, tilkilerin aslan avına çıktıkları, yargısız infazların tavan yaptığı, devrim yobazlarının astığı astık kestiği kestik şeklinde ferman yazıp ve kalem kıranaların nutuk attıkları dar ve zor günlerdi.
Tüm bunlar olup biterken, o da her çocuk gibi olumlu ve olumsuz cereyan eden hadiselerden habersiz olarak yaş merdivenlerini tırmanıyordu. Masumdu, duygusaldı, temiz bir iç dünyası vardı ve pırıl pırıl bir gelecek hayal ediyordu her çocuk gibi. Nasıl oldu da bu kadar çabuk büyüdüm dedi adeta? Evet, evlilik zamanı bile gelmişti. Evlendi de... acı ve tatlının iç içe olduğu bir düğün merasimiyle dünya evine girmişti galiba. Sonrasında mutluluğu beklerken, birden mutsuzluğun tokatıyla burun buruna geldi. Peki, nereden yanlış yapmıştı ki? Vah gariban Gürsel abi vah!... Gürsel abi, namı diğer dert babası; gençliğinin 12 yılını, özel bir fabrikada en ağır işlerde usta olarak geçirmiş. Oradan ayrıldıktan sonra, beş yıl daha resmi bir kurumda çalıştıktan sonra; emekliye ayrılır...
Gürsel abi, beşi kız beşi erkek olmak üzere, tam on çocuk babası. Kim bilir hepsini ne zor şartlarla büyümüştür. Yedisini evlendirmiş, geri kalan iki erkek çocuğu hala bekar ve ailenin en küçüğü 12 yaşında. Yazar Abidin Dino bir eserinde, şöyle der: "ben mutluluğun resmini çizdim diyor. Ama Gürsel abi galiba tam tersine, o; mutsuzluğun ve üzüntünün nadir profil resmini çizmişti. Bir gün olsun yol ve hayat arkadaşından; tebessümün yüzünü bile görmeyen Gürsel abi, yıllarca sinesine gömdüğü sıkıntıları bir yerden patlak verip onu ameliyat masasına yatırmış. Baypas ameliyatı olduktan sonra, iyileşir iyileşmez; pisikojik olarak biraz rahatlamak için tekrar çalışmaya başlar. Şimdilik hala, özel bir iş yerinde eleman sorumlusu olarak çalışan Gürsel abinin hayatı tam bir drmatik romanlık.
Gürsel abiyle tevaffuken bir arkadaşımın vasıtasıyla tanıştım... Adam yürürken, konuşurken, düşünürken bile, dert yüklü bir sineye sahip olduğunu hemen dışarıya yansıtıyor. Kendisiyle sohbetimiz esnasında, konu aile hayatına geldiğinde gözlerinden gayri ihtiyari olarak yaşların süzüldüğünü görünce; kendi kendime keşke adamı hiç üzmeseydim dedim.
Gürsel abi, namı diğer dert babası; yaş olarak merdiveni altmışa dayamış ama; onu görenler, yetmişlik bir piri fani olduğunu düşünürler. Çünkü hayatın çekilmez dertleri, onu o kadar yıpratmış ki; yaşamaktan bile bezdirmiş duruma getirmiş. Kendisine biraz nasihat ve sabır tavsiyesinde bulunduktan sonra, Gürsel abimizi kendisine kayıtlı olan dertleriyle baş başa bırakarak, üzgün bir şekilde vedalaşıp ayrıldık. Ayrıldık ama, galiba aklımız daha çok uzun bir süre Gürsel abimize takılı olarak kalacağa benziyor.
Kim bilir, şu dünya sürgününde; tebessümlerinin altında, binlerce hıçkırık saklayan nice Gürsel abilerin olduğunu.
Şair şöyle der: Güldüğüme bakıpta sanma beni bahtiyar,
Attığım her kahkahanın altında binlerce hıçkırık yatar... Galiba bu dörtlük tam da Gürsel abimize uyar... Gelin, Gürsel abilerimizi fırsat varken ihmal etmemeye gayret edelim. Zira aramızdan ayrıldıktan sonra, geri gelme şanslarının olmadığını unutmayalım. Hayat müşterek olarak yaşanırken güzeldir. Başka türlü, ha zindan ha mezaristan ne fark eder ki? Selam ve dua ile.