İSRAİL, HANGİ SORUNUMUZUN RESMİDİR?
Devletler arasındaki ilişkilerin duygusal temellere dayanamayacağı tezi seküler ya da Makyavelist bir yaklaşım olmasına rağmen ulus devlet anlayışı geçerli kabul edildiğinde yadsınamaz bir durumdur. Ancak devletler arasındaki ilişkilerin insani ve samimi olması, kazan – kazan prensibi kapsamında olmasında da bir sakınca yoktur. Toplum olarak, kişi olarak ve de devlet olarak nerede olduğumuz, nerede durduğumuz ve nereye gittiğimizin bilinmesi/doğru tespiti ve buna göre bir istikamet belirlenmesi genel bir sorumluluktur ve sadece yöneticilere devredilmesi sakıncalı olabilmektedir. Küresel zorba mekanizmaların kıskacı altında olan ülke yöneticilerinin manevra imkanı ciddi şekilde kısıtlanabilmekte ve halkları ile ayrı yönlere yönlendirilebilmektedir. Bu durum, İsrail’ le normalleşme dayatmalarında yol almış ülkelerin halklarının büyük çoğunluğunun buna razı olmamasından da açıkça anlaşılmaktadır.
Her şeye rağmen devlet dediğimiz zaman bile bir şekilde insandan/toplumdan bahsediyoruz ve bunu tamamen göz ardı etmek mümkün değildir. Ancak tamamen insani değerlerini, erdemlerini kaybetmiş ve ahlaka savaş açmış öğretileri kabul etmiş toplumlar için böylesi bir yaklaşım mümkün olabilir. Ahlak ve politika bir arada olmaz ilkesinin mucitlerinin, kendi aralarındaki dayanışma ve ortak politikalarının sadece çıkarlara dayalı olmadığı açıkça ortadadır. Irklar, din, coğrafya ve daha birçok unsur üzerinden birbirlerine karşı yakınlık duyabilmekte, çeşitli aidiyetler üzerinden konumlanabilmektedirler.
Bir toplum; kendi değerlerini, tarihini, coğrafyasını/evini, aidiyetlerini iyi tanımalı zira bunlar, o toplumun/devletin kimliğidir.
Bugünün dünyası devlet/ulus devlet denen yapılardan oluşmuştur. Batının, Vestfalya Anlaşmasıyla kendi aralarındaki savaşların son bulması amacıyla uygulamaya konulmuştur. Ulus devlet modeli, batı dışındaki dünyada, özellikle birinci ve ikinci paylaşımların galipleri tarafından şeytanca bozgunculuklar, sürdürülebilir sömürü hedefleri ön plana alınarak belirlenmiştir. Batı Asya, parçacıklarına bölünmüş, mesela tek ulus olan Araplar’ dan onlarca devlet üretilmiştir. Ayrıca Britanya aklı, her iki parça ya da her havzada, ileride istediği gibi kaşıyabileceği sorunları baz alarak sınırlar çizmiştir. En önemli olan ise bir facia olan İsrail denen çetenin, Ortadoğu’nun kalbine devlet olarak dayatılması olmuştur.
İsrail; sınırları olmayan, küresel güçlerin operasyonel çetesi olarak işlev görmekte, korunup kollanmaktadır. İşgalci ve apartheid özelliklere sahiptir ve başka toplumun toprakları üzerine kurulduğu için gayri meşrudur ve İsrail’ de sivil yoktur. Yerleşimci olarak başka yerlerden gelenlerin hepsi, Filistinliler’in evini, toprağını gasp ederek oraya yerleşir. Bu yüzden sivil olma vasfını kaybeden birer işgalcidirler. Bütün devletlerle şöyle veya böyle ilişki kurulabilir ancak meşru olmayan, devlet olmayan bu terör çetesiyle ilişki kurmak her türlü değere aykırı bir durumdur.
Ancak, uygulanan yanlış politikalar sonucu, zayıf toplumlar küresel tefecilere ve zorbalara boyun eğmek ve izzetlerini zedelemektedirler.
Herzog' un ülkemizi kirletmesi, hissedilmeyen ama içten içe kaynayan bir öfke ve üzüntüye de neden oldu. Çünkü olacak iş değildi. Olmayacak olan oluyordu ve oldu da.
Küresel egemenlerin medyası; yorumlarını, analizlerini, en çok Türkiye bayrağı ve terörist çete pacavrasının, süvarilerce birlikte taşındığı o korkunç fotoğraf eşliğinde verdiler. Belki de şöyle diyorlardı:
Bakın, iki İsrail nasıl da birlikte veya bize direnenleri, sonunda bu hale getiririz veya daha fazlasını da yaparız ha; Saddam gibi, Kaddafi gibi...
Bilemiyoruz ama bunlar üç kuruş için yapılıyor ise kesinlikle bu halkın, şu an yaşadığı sıkıntılara rağmen bunu tercih etmeyeceğini ve başka bir çok yol olduğunu biliyoruz.
Başka bir yolu yoktu diye bize sunulanın doğru olmadığını da çok daha zayıf toplumların asla İsrail'i tanımamasından biliyoruz. Erbakan hükümeti veya zihniyeti devam etseydi; durumun daha da farklı olacağını da yaşadık ve gördük...
***
Evet, bir kasvet, bir uğursuzluk havası vardı. Allah üzerimize taş yağdıracaktı sanki veya her an bir belaya uğramak üzereyiz gibi hisler yaşanıyordu. Ve tüm bunlara rağmen, bu kirletilmişliğin bile büyük bir bela olduğunun gizlenmeye, tevil edilmeye çalışıldığı o uğursuz sessizlik birden bozulmuştu. Bir şey oldu. Belki küçük gibi görünen ama okuyabilenler için büyük bir şey olduğu bilinen, küresel hevesleri kursaklarda bırakan bir şey oldu.
Komadaki ve fişi çekilmek üzere olan bir hastanın nefes aldığının fark edilmesi gibi. Protokol yolunda bir destan yazıldı. Protokol yolunda ne oldu?
Onu da Mücahit Gültekin' in Milli Gazete' deki yazısından nakledelim:
"İşgalci Siyonist rejimin Cumhurbaşkanı Herzog’un Türkiye’ye yapacağı ziyaret haftalar öncesinden kesinleşmiş, 8 Mart gecesi Ankara onu karşılamak için hazırlıklarını tamamlamıştı.
Pek çok kişi “ne desek, ne yapsak” diye düşünüp dururken; AGD’li gençlerin Ankara protokol yolu üzerinde yaptığı eylem görüntüleri düştü sosyal medya sayfalarına.
Bütün gerekçelendirmeleri, hesapları, meşrulaştırma ve rasyonelleştirme çabalarını hükümsüz kılan bir eylem, bir kıyam; salih bir amel.
Birkaç genç protokol yolu üzerine asılmış işgal bayraklarını tek tek indirip, yerlerine Filistin bayraklarını asmış, sonra da işgal rejiminin bayrağını yakmışlardı.
“Hak geldi, batıl zail oldu” ayeti el olmuş, dil olmuş, canlanıp önümüze düşmüştü işte.
Hangi gerekçe buna itiraz edebilirdi ki, hangi meşrulaştırma çabası buna karşı çıkabilirdi ki; yılan gibi kıvrılsa, eğilip bükülse de hangi dil bu “ayeti” açıktan reddedebilirdi ki!
Edemedi de zaten. Nasıl etsinler ki!
Ne kadar gizleyip, saklasalar; ne kadar rasyonelleştirmeye çalışsalar da o bayrağın meşru olmadığını herkes biliyor.
Herkesin bildiğini ama pek çoğunun söylemeye bile cesaret edemediğini gençler almış, yakmış, yerine Filistin bayrağını asmıştı.
***
İbrahim sihri bozmuş, yalancının yalanına yalancıyı şahit kılmıştır.
İnsaniyetini kaybetmemiş her vicdanın “helâl olsun!” demekten başka söyleyeceği ne var ki gençlerin gösterdiği bu İbrahimî duruşa?"
***
Bu gençlerin ellerinden öpüyorum. Rabbim, bu izzetli toplumun başını bir daha yere eğdirmesin. Zihinlerine enjekte edilmiş algılarla, bu toplum ve bölge üzerinde gerçekleştirilmek istenen oyunları boşa çıkarsın ve bu oyunları görebilen bir basiret, bu kahraman gençlerin verdikleri dersi anlayacak bir feraset nasip etsin.