KALB KIRMAK, LAKAP TAKMAK

  Muhterem Kardeşlerim… Yine önemli bir konuda Tam İlmihal Saadeti Ebediyye kitabından faydalanarak bazı hatırlatmalarda bulunacağız. Efendim; İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Kalb, Allahü Teâlâ’nın komşusudur. Allahü Teâlâ’ya kalbin yakın olduğu kadar hiçbir şey yakın değildir. Mümin olsun, asi olsun, hiçbir insanın kalbini incitmemelidir. Çünkü, asi olan komşuyu da korumak lazımdır. Sakınınız, sakınınız, kalb kırmaktan pek sakınınız! Allahü Teâlâ’yı en ziyade inciten küfürden sonra, kalb kırmak gibi büyük günah yoktur. Çünkü, Allahü Teâlâ’ya ulaşan şeylerin en yakın olanı kalbdir. İnsanların hepsi, Allahü Teâlâ’nın köleleridir. Herhangi bir kimsenin kölesi dövülür, incitilirse, onun efendisi elbette gücenir. Her şeyin biricik Maliki, sahibi olan efendinin şanını, büyüklüğünü düşünmelidir. Onun mahlukları, ancak izin verdiği, emir eylediği kadar kullanılabilir. İzni ile kullanmak, onları incitmek olmaz. Hatta, onun emrini yapmak olur. (C.3, m.45) Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin vasiyetnamesinin son satırı ise şöyledir: Hiç kimsenin kalbini incitmeyin. Hakaret ederek üzmek kalb kırmak olur. Her üzücü şey, kalb kırmak olmaz. Kalb kırmak gibi büyük günah yoktur. (Mektubat-ı Rabbani 3/45) Kalb, sırça sarayına benzer. Yani, çok ince camdan yapılmış bir kâse gibidir. Kırılırsa bir daha yapılması çok zordur. Hele salihlerin kalbinin kırılmasından, Arş-ı İlâhî titrer. Kalb kırmanın günahı konusunda büyük zatlar, “Tek bir kalb kırmak, kazanılan bütün sevabları yok eder” buyuruyorlar. Büyük günahlar, çoğaldıkça, birçok sevabımızı alıp götürür. Dinimizde günahtan kaçmak, sevab kazanmaktan önce gelir. Bir farzı işlerken haram da işlenecekse, o farz yapılmaz, tehir edilir. Mesela bir kadının mahremsiz hacca gitmesi haramdır. Hacca gitmek de, ona farz iken, yaptığı hacdan sevab alamaz. Bu bakımdan, âhirette iflas etmiş duruma düşmemek için, günahlardan, özellikle kalb kırmaktan çok sakınmalıdır. Kırılan şey belayı önlermiş. Belayı önlemesi doğrudur. Fakat kırmak israftır. Kalbini kırdığımız bir insandan defalarca özür dileyip, helallik istesek ama o insan ısrarla affetmese ve bize kötü laflar ve beddualar ediyor olsa, hak onun helal etmeyebilir. Ahirette terazi kurulacak, sizin ondaki hakkınız alınacak, onun sizdeki hakları alınacak ve helalleştirilecektir. Kabul etmezse, sevaplarınızdan vereceksiniz, sevabınız yoksa, onun günahını yükleneceksiniz. Onun için hiç kimsenin kalbini kırmamalıyız. Lakap takmak Lakap, ya yermek, alay etmek veya övmek, takdir etmek için kullanılır. İnsanları beğenmediği, üzüleceği lakaplarla çağırmak günahtır. Böyle bir lakapla arkasından konuşmak da gıybettir, haramdır. Kur’an-ı Kerimde mealen buyuruldu ki: “Ey müminler, bir kısmınız, diğer kısmınızı alaya almasın! Belki de alay edilenler, kendilerinden daha iyidir. Birbirinizi ayıplamayın, kötü lakaplarla çağırmayın! İmandan sonra fâsıklık ne kötüdür! [Allah’ın yasak ettiği şeylerden] tevbe etmeyenler ise, zalimlerdir.” [Hucurat 11] Hadis-i Şerifte de buyuruldu ki: “İnsanlarla alay edene, Cennetten bir kapı açılır, ‘haydi gir’ denir. O da telaşla gelir, fakat kapı hemen kapanır. Sonra başka bir kapı açılır. O yine üzgün olarak kapıya gider. Kapı yine kapanır. Bu durum, defalarca tekrar eder, artık gel denildiği halde, gidemez.” [Ebu Davud] Demek ki, bir kimsenin üzüleceği bir lakapla yüzüne karşı da, arkasından da konuşmak yanlıştır. Mesela Şişko Tekin, Bücür Kaya gibi lakaplarla çağırmak veya arkasından konuşmak günahtır. Hadis-i Şerifte, “Bir kimseyi, sevmediği bir lakapla çağırana, melekler lanet eder” buyuruldu. (İbni Sünni) Bir kimse, bir kusuru ile meşhur olup da, o lakap ile onu çağırınca üzülmezse, bu lakap ile onu çağırmak veya ondan bahsetmek de günah olmaz. Mesela, Uzun Cenk, Kara Yeşim demek gibi. İnsanları beğendiği lakaplarla çağırmak günah değildir. Mesela, Yiğit Hüseyin, Hasan onbaşı gibi lakaplarla insanları çağırmak günah olmaz. Peygamber Efendimize Emin, Hazreti Ebu Bekir’e Sıddık, Hazreti Ömer’e Faruk, Hazreti Osman’a Zinnureyn, Hazreti Ali’ye Ebu Turab denmesi böyledir. Araplar, en büyük çocuğun ismi ile künyelenirdi. Mesela Peygamber efendimize Ebul Kasım, Hazreti Ali’ye de Ebul Hasen denirdi. İmam-ı Ebu Yusuf’un adı Yakub idi. Fakat çocuğunun ismi ile Ebu Yusuf olarak tanınmıştır. Hadis-i Şerifte, “Çocuklarınıza çeşitli lakap takılmadan, onlarla künyelenin” buyuruldu. Demek ki insanları beğendikleri lakap ve künye ile çağırmakta mahzur yoktur. (Şir’a) Allahu Teâlâ cümlemizi kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)