TARİH GÖMÜLMEZ
Birkaç gündür ülkenin insanı çıldırtan gündeminden uzaklaşıp uzun süredir kitaplıkta bana göz kırpan Tunuslu bir âlim olan Prof. Dr. Muhammed Ticani'nin "Doğruya Doğru" isimli kitabını okuyorum. Üslup sade ve akıcı. İçerik berrak ve anlaşılır. Ehl-i Sünnet'ten Şia'ya doğru tekamül etmiş bir hayat hikayesi. Önceleri katı bir Sünnî olan Ticani uzun okumalar, araştırmalar ve sancılar sonucu mutedil bir şii oluyor. Ortaya koyduğu deliller oldukça sağlam. Gadir- Hum, Al-i Aba, Ehl-i Beyt, Sakaleyn hadisi, Tathir ayeti, Perşembe Faciası, Usame'nin Ordusu, sahabe tarifi bunlardan sadece birkaçı. Ticani uzun seyahatler sonucu Şia'yı seçip vatanı Tunus'a döner. Ama gelen tacizlere, ithamlara, iftiralara daha fazla dayanamayıp Paris'e hicret etmek zorunda kalır.
Üniversite yıllarında Sünni ve Şiî ihtilafına dair çok yoğun okumalar yapmıştım. Ve ne saklamalı hayal kırıklığı yaşamıştım. Ekseriyet itibariyle temelde Şia haklıydı ama buna rağmen hakim maddi güç Sünnilerin elinde olduğundan zamanla Sünnilik daha haklı bir pozisyona evrildi. Malûm, tarihi muktedirler yazar. Şia içinde ise buna mukabil giderek ifrata varan tepkiler zuhur etti. İslam'ın ilk ihtilafı bu. Ve henüz Hz. Peygamber'in naaşı yerdeyken başlayan bir ihtilaf bu. Bin dört yüz yıldır devam ediyor. Hâlâ çözülemedi. Bugüne kadar okuduğum bütün Sünni ve Şiî tartışmalarında -imamet meselesi hariç- daima Şiilerin haklı olduğunu gördüm.
İslam'ın tarihi ihtilafların tarihidir. Eğer Şia'nın tezleri doğru ise (ki kısm-ı ekserisi itibariyle doğru gibi görünüyor) İslam'ın mesajı Hz. Peygamber'in vefatından hemen sonra bulanıklaşıyor ve asli mecrasından uzaklaştırılıyor. Ehl-i Sünnet'in sahabenin adaleti görüşü tek soruyla çürütülebiliyor. Yıllardır anlamakta güçlük çektiğim husus şu: Hz. Ali, Hz. Peygamber'in defin işleriyle meşgul iken sahabelerin ondan habersiz yangından mal kaçırır gibi Beni Sakife'de toplanması ve halife seçmesi. Konuyla ilgili Sünnilerin yaptığı açıklamalar tek kelimeyle kifayetsiz. Aziz, azize ve yıldız mesabesinde gördüğümüz birçok sahabinin aslında öyle olmadığını öğrenmek yıkıyor insanı. Kur'an kim haksız yere bir insanı öldürürse bütün insanlığı öldürmüş gibi olur derken Ehl-i Sünnet sahabenin hem katili hem maktulü ehl-i cennettir diyor.
Başta Ammar Bin Yasir olmak üzere yüzlerce masum sahabinin vahşice öldürülmesine neden olan bir sahabenin verdiği iktidar mücadelesine "içtihat farklılığı" demek ve bundan dolayı hanesine bir sevap yazmak yüzeysellikten ve çaresizlikten başka bir şey değil. Eb-u Hanife, Buhari, Taberî, İbn-i Kuteybe konuyla alakalı bazı yakıcı gerçeklere temas ettikleri için Şiî damgası yemiş çok alimden birkaçı sadece. Tarihi öğrendikçe tarihten soğuyor insan. Mutlu olmanın tek yolu tarih öğrenmemek veya tarihin üzerini örtmek. Ama ne yaparsak yapalım tarih gömülmüyor. Hz. Fatıma vefat edene kadar ilk iki halife ile görüşmeyi reddetti ve ikisine de hakkını helal etmedi. Neden acaba?