BEŞERİ CEZALAR NEDEN CAYDICI DEĞİLDİR?
İnsanın fiilleri kalp ve hislerinin eğilimlerinden çıkar. Suç olan bir fiilin engellenmesi için kalp ve hisleri etkileyip eğilimlerini durduran bir gücün bulunması gerekir. Beşeri emir ve yasalar, meyillerinden vazgeçirecek ölçüde kalp ve hissiyatı etkilemekten acizdir. Cezaların zarar verici korkusu, suç sayılan fiili işleme eğiliminde olan kalp ve duygular üzerinde ikna edici gerçek bir baskı oluşturamaz.
Suç olan bir fiili işlemeye niyetlenen kimse, en başta, kanun koyucuların ve uygulayıcıların kendisi gibi insan olmaları itibariyle, onları atlatabileceğini, görünmediği, bilinmediği taktide yasaklanan eylemi gerçekleştirebileceğini, onların vereceği cezadan yırtabileceğini düşünür. Fırsatı buldukça o fiili işler, ondan vazgeçmez. Bu nedenle insan fıtratı beşeri emirlere karşı itaatsizdir. Çünkü kendi gibi kulların ortaya koyduğu kuralları ciddiye almaz. “Benden farkı olmayan, kulluk üstü bir özelliği bulunmayan birileri nasıl bana hükmeder” diye düşünür. Halk arasında çoğu kez espri amaçlı söylenen “kurallar çiğnenmek içindir” sözü, beşeri kurallar için kullanılmıştır. Bu espri aslında, “beşeri kuralların yaptırım gücünden yoksun olduğu” gerçeğini de altında barındırmaktadır. Bu nedenle insanların koyduğu, ilahi bir dayanaktan yoksun, kanunların ve cezaların insanı planladığı fiilden vazgeçirmesi, caydırıcı olması mümkün değildir.
İnsan adalete meftun olarak yaratılmıştır. Her insanın vicdanı adalet ister. İnsanı durduran, huzuru sağlayan yegâne güç adalettir. Her hak sahibine hakkının verilmesi anlamına gelen adaletin ise iki temeli vardır: Birisi: Kanun koyucunun insanüstü ilahî gücün eseri olması; diğeri de, uygulamada ayırımcılık yapılmamasıdır. İnsandaki adalet duygusunu tahrip eden ayırımcılıktır. Beşeri ceza yasalarını hazırlayanların her insanı eşit kabul etmeleri mümkün değildir. İçlerindeki çeşitli duyguların etkisiyle mutlaka bazılarını kayırmaya çalışırlar. Gerçek bir objektiflik asla söz konusu değildir. Bu nedenle beşeri yasalar bütün insan kesimlerinin adalet duygusunu tatmin etmekten uzaktır. Caydırıcı olamayışının bir nedeni de budur. (Bediüzzaman’ın, Hutbe-i Şamiye eserinden yararlanılmıştır.)
İnsanın ciddiye aldığı, teslim olabildiği ancak ilahi güçtür. Hiç bir şeyin kendisinden gizli kalmadığı, kalpten geçenleri bilen bir Kudretin elinden kaçışın mümkün olmadığını bilir. Kalp ve hisleri buna inanır. Ayrıca Allah inancının, kalpleri ferahlandıran sevgili ve kutsi yönü, verdiği korkudan daha büyük bir etkiye sahiptir. Söz gelimi, Allah’tan başka hiç bir güç, sabahtan akşama kadar insana oruç tutturamaz. Hapsedip kendisine hiç bir yiyecek verilmese bile gerekirse taş-toprak yer, yine de o beşeri emrin gereğini yapmaz. Oysa hiç bir insanın görmediği, kendisiyle baş başa kaldığında bile Allah’ın emri olan orucu tutar. Diğer fiiller için de aynı durum söz konusudur.
Beşeri cezaların bu etkisizliği nedeniyle, mağdurlar ve kamu vicdanı tatmin olmadığından, tatmin edeceğine inanılan arayışlara itmiştir. Bunun sonucu olarak mağdurda, suçluyu kendi eliyle cezalandırma hevesi olan “intikam duygusu” gelişmiştir. Bu heves topluma hâkim olunca da kamu vicdanı dediğimiz toplumun şahs-ı manevisi tarafından gerçek tatmin sağlamamakla beraber onaylanmış ve zaman içinde geleneksel bir kültür durumuna gelmiştir. Hatta doğu toplumlarında suçlusunu cezalandırmayan mağdur, ayıplanmış ve toplumdan dışlanmıştır.
İlahi olmayan, beşeri ceza yasaları hiç bir zaman kamu vicdanını tatmin edemez. Bu nedenle adalet olmaz. İşte bunun içindir ki, ilahi yasalara dayanamayan ceza düzeninde insanlar, genel olarak cezaların caydırıcılığı konusunda otoriteye itibar etmezler, şikâyette de bulunmazlar. İnsanların örfünde suçluyu şikâyet etmek bir “acizlik” sayılmıştır. Bu tatminsizliğin oluşturduğu geleneksel sosyal kurallar gereği, suçlunun cezasını kişisel olarak vermek, daha erdemli sayılmış; hatta buna gücü yetmeyince Ahirette Mahkeme-i Kübra’ya havale etmek, otoriteye şikâyet etmekten daha onurlu kabul edilmiştir.
Beşerin ahiret hayatının mutluluğu ilahi yasalara itaatte olduğu gibi, dünya hayatının huzuru da yine ilahi yasalara itaattedir. Toplumların selameti de buna bağlıdır.