GAYBA İMAN ESASTIR
Muhterem Kardeşlerim…
Gayb, duygu organları [görmek, işitmek, dokunmak, koklamak, tatmak] ile veya hesap ve tecrübe ile anlaşılmayan şey demektir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyurdu ki: Akıl ve vehim Allah’a yaklaşamaz. Hiç bir şeye benzemeyen ve akılla anlaşılamayan yaratıcıya, gayb yolu ile inanmaktan başka çare yoktur; çünkü görerek, düşünerek anlamaya kalkışmak, iman olmaz. Kendi yaptığına inanmak olur ki bu da iman değildir. (2/9)
İlahi emrin hikmeti anlaşılmasa da Allah’ın emri olduğu için, hiç tereddütsüz kabul etmek şarttır. İslam Âlimlerinin en büyüklerinden olan Hüccet-ül-İslam unvanına sahip İmam-ı Gazali hazretlerinin İhya’da ve İmam-ı Süyuti hazretlerinin Cami-us-Sagîr’de bildirdiği Hadis-i Şerifte buyuruluyor ki:
“Ahir zamanda değişik inançlar çıkınca, koca karılar gibi inanın.” [Deylemi]
Bu Hadis-i Şerif kocakarı gibi bâtıl şeylere körü körüne inan demek değildir. Allah ve resulünün bildirdiklerine aklın almasa da, ispat edemesen de, inanın demektir. Cennet, Cehennem, Sırat köprüsü ve ahiret hayatı akıl ile mantık ile ispat edilemez. Mutezile aklı almadığı için sırat köprüsünü, miracı ve benzeri olayları inkâr etmiştir. Şimdi bir çok Müslüman inanamayıp mürted olurken, müşrikler, bu bir çılgınlık derken, Hazreti Ebu Bekir, O söylediyse doğrudur diyerek imanın zirvesine çıkmıştır.
Görmeden, aklını kullanmadan, bir anda Miraca gidip geldiğine inanarak Resulullah’ı tasdik etmesi imanını yükseltmiştir. Güneşten daha parlak olan imanından dolayı Peygamber Efendimiz, “Ebu Bekrin imanı, bütün insanların imanları toplamı ile tartılsa, Ebu Bekrin imanı daha ağır gelir” buyurmuştur.
Lüzumlu fıkıh bilgilerini öğrenmek Farz-ı Ayn iken, bu farzı terk edip, “İmanı araştırıyorum” diyerek ağaçların, çiçeklerin, insan ve hayvanların anatomisini incelemekle devamlı meşgul olmak caiz değildir. İman esasları tahkik edilmez, yani araştırılmaz. Peygamber efendimiz, gayba imanı emretmiştir. İspat ile delil ile iman olmaz. İman, görmeden inanmaktır. Kur’an-ı Kerimde, salihler övülürken, “O müttekîler ki, gayba inanırlar” buyuruluyor. (Bekara 3)
Demek ki gayba inanmak, müttekilerin vasfıdır. Resulullah ne bildirmişse doğrudur diyerek inananlar kurtulmuştur. İman, araştırarak, akıl yürüterek elde edilen bir şey değildir. İslam Âlimleri imanı şöyle tarif etmişlerdir:
İman, Muhammed aleyhisselamın, peygamber olarak bildirdiği şeyleri, tahkik etmeden, akla, tecrübeye ve felsefeye uygun olup olmadığına bakmadan, tasdiktir. Akla uygun olduğu için tasdik etmek, aklı tasdik etmek olur, Resulü tasdik etmek olmaz. Yahut Resulü ve aklı birlikte tasdik etmek olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. Çünkü iman parçalanmaz. Hadis-i Şerifte buyuruluyor ki:
“Dini aklı ile ölçen kadar zararlı kimse yoktur.” [Taberani]
Selim akıl çok kıymetlidir.
Hadis-i Şerifte, “Akıl, hak ile bâtılı birbirinden ayıran bir nurdur” buyuruluyor. Allahü Teâlâ, insana, hakkı bâtıldan, iyiyi kötüden ayırabilmesi için aklı verdi. Akıl bir ölçü aletidir. Allahü Teâlâ’ya ait bilgilerde ölçü olmaz. Mahluklara ait bilgilerde ölçü olur. Akıl, insandan insana değiştiği için, bazı insanlar mahlûklara ait bilgilerde isabet ettiği halde, bazıları yanılabilir. İnsan, bir yol gösterici olmadan aklı ile Allah’ın bildirdiği doğru yolu bulamadı. Tarih incelendiğinde, kendi başlarına giden insanların yanlış yollara saptıkları görülür. O halde Resulullah’a inanmak şarttır.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bildiğimiz, hatırımıza, hayalimize gelen, duygu organlarımıza etki eden her şey mahlûktur. Bizim, Allahü Teâlâ bir şeye benzemez dememiz, benzetmek olur. Bizim anladığımız büyüklük, küçüklüktür. İbrahim aleyhisselam, kâfirlere, “Niçin kendi yaptığınız putlara tapıyorsunuz? Sizleri de, yaptığınız işleri de Allahü Teâlâ yarattı” dedi. İster elimizle yapmış olalım, ister aklımız ve hayalimizle meydana getirelim, bunların hepsi, Allahü Teâlâ’nın mahlûkudur. O, bildiğimiz, düşünerek bulduğumuz şeylerin hiçbirine benzemez ve nasıl olduğu anlaşılamaz. Akıl ve hayal Ona yaklaşamaz. Böyle hiçbir şeye benzemeyen ve akıl ile anlaşılamayan yüce yaratıcıya, gayb yolu ile inanmaktan başka çare yoktur. Çünkü, görerek, düşünerek anlamaya kalkışarak inanmak, Ona inanmak olmaz. Kendi yaptığımız şeye iman etmek olur. Bu da, Onun mahlûkudur. Bunu, Ona ortak yapmış, Ondan başkasına iman etmiş oluruz. (2/9)
Hakiki imana kavuşmuş evliya zatların ilimleri farklıdır. Hazreti Ebu Bekir’in, “O söylediyse doğrudur” demesi bunun bariz örneğidir. Göz yanılabilir ama bu ilim sahiplerinin imanları öyle sağlamdır ki, hiçbir şey onu değiştiremez. Göz ile görenin imanı bu kadar sağlam olamaz. İman etmede göz ölçü değildir. Sadece göz ölçü olsaydı, Resulullah Efendimizi gören herkesin iman etmesi gerekirdi. “Ebu Talib’in yetimi” diye bakanlar kâfirlikte kaldı, “Allah Resulü” diye bakanlar hidayete erdi.
Baştaki göz yanılabilir, kalbdeki göz yanılmaz. Müslümanların görmeleri, anlamaları kalb gözü ile olur. Göz bakınca, kalb inanınca görür. Müslüman’ın kalbi inanmıştır, Allahü Teâlâ’nın ihsanlarına kavuşmuştur. Derecesine göre neler görür neler, dünya ahiret fark etmez.
Görerek iman
inanmak iman değildir. Gördüğünü tasdik etmek olur. Bekara suresinin başında, salihler övülürken, “Onlar gayba inanırlar” buyuruluyor. Gayba inanmak esastır. Bir insanı Cennete, Cehenneme götürseler, o da gördüğü için inansa, iman etmiş olmaz. Gördüğünü söylemek olur. Onu herkes yapar. Marifet, görmeden iman etmektir. Şeytan da, Cenneti gördü ve Cennetin olduğunu söylemesi, iman sahibi olduğunu göstermez.
Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyuruyor ki:
İman, Muhammed aleyhisselamın, Peygamber olarak bildirdiği şeyleri, akla, tecrübeye ve felsefeye danışmaksızın, inanıp tasdik etmektir. Akla uygun olduğu için tasdik ederse, aklı tasdik etmiş olur, Resulü tasdik etmiş olmaz. Yahut Resulle aklı birlikte tasdik etmiş olur ki, o zaman Peygambere itimat tam olmaz. İtimat tam olmayınca, iman olmaz. Çünkü iman parçalanamaz. (S. Ebediyye)
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Akıl, kuruntu, hayâl Allah’a yaklaşamaz. Hiçbir şeye benzemeyen ve akılla anlaşılamayan yaratıcıya, gayb yoluyla inanmaktan başka çare yoktur, çünkü görerek, düşünerek anlamaya kalkışmak, iman olmaz. Kendi yaptığına inanmak olur ki, bu da iman değildir. (2/9)
Bir kimse, gayba inandıktan sonra, Cenneti, Cehennemi ve melekleri görse, imanı daha çok kuvvetlenmiş olur. Mucize ve kerametler de, imanın kuvvetlenmesine sebep olur.
Yine İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Eshab-ı Kiram, Resulullah'ı, vahyi ve mucizeleri gördükleri, melekle birlikte bulundukları için onların imanları görerek inanmak oldu. Bu üstünlükler, diğer bütün üstünlüklerin temelidir. Eshab-ı Kiramdan başkası bu üstünlüklere kavuşamadı. (1/120)
Mucizeye de inanmayan çok kimse oldu. Peygamber Efendimizin bin kadar mucizesi görüldüğü hâlde, sihir diyerek inanmayanlar çıktı. Bu bin mucizeden biri ve devamlı bir mucize olan Kur'anı Kerim’e de inanmayanlar çıktı. Musa aleyhisselamın asasının büyük bir yılan olması, denizde yürümesi gibi mucizelerine Firavun ve adamları inanmadı. İsa aleyhisselamın körlerin gözünü açmak, ölüleri diriltmek gibi mucizelerine çok kimse inanmadı.
Kerametlere de inanmayan çok kimse oldu. Kerameti görmek görerek iman değildir. Abdülkadir Geylani hazretlerinin kolunun içinde Cennetin ve Cehennemin görülmesi iman etmeyi gerektirmez. Sihir derler, büyü derler, inanmayan çıkar. Kimi hiçbir şey görmeden inanır, kimi de görünce imanı daha kuvvetlenir. Mucize ve keramet iman etmeyi kolaylaştırır, ama “Kesin olarak iman etmeyi gerektirir” denmez.
Allahu Teâlâ cümlemizi Kendisine layık Kul, Habibine layık Ümmet eylesin. (Amin)