DAĞIN ÖTE’Sİ

  “Tabiat ile insan arasında özsel yani fıtri bir aynılık vardır. Onun için tabiatta gördüğümüz bir huzur, bir kaos, bir kasvet bize yabancı gelmez. Çünkü aynı şeyi biz de iç dünyamızda yaşarız. Bu anlamda tabiata baktığımızda gördüğümüz biraz da kendi yanımızdır..." (Dursun Çiçek; Benim Dağlarım, Dağın Ötesi)   “Bir kitap, içimizdeki donmuş denize indirilmiş bir baltadır.” Böyle diyordu Kafka. Bazı kitaplar vardır aydınlığı ve sıcaklığı içimizdeki karanlıkları daha bir aydınlatacaktır. Bilmek için değil, öğrenmek için değil, belki b/ilgi ile d/olmak için, yaşamak için okumak. Okumak bu bağlamda yazımsal bir şey değil yaşamsal ve de hayati bir unsur olarak karşımıza çıkacaktır. Elbette her kitap için bu durum geçerli olmayacaktır. Ama bazı kitaplar bu anlamda daha bir özel olacaktır. Dursun Çiçek kitapları ile bizi Öte”ye davet ediyor. “Türkünün Ötesi”, “Fotoğrafın Ötesi”,  “Dağın Ötesi” ve dahi mekânın ve de okumanın ötesi ile başka bir dünyadan, bambaşka dünyalara pencereler açıyor. Kitapları ile bize modernizmin zincirlerinden kurtulabilmenin yollarını aralıyor. İşte o zaman anlıyorsunuz ki Öte ile ilişkisi olmayanın burayla da ilişkisi kopuk olacaktır.  Yazımızın girizgâhı ve başlığı, Dursun Çiçek’in “Benim Dağlarım; Dağın Ötesi” kitabından mülhem. “Dağın Ötesi” ile dağ bambaşka bir hal alıyor. Buyurun o zaman dinleyelim. “ Artık biliyordum ve emindim ki hiçbir dağ yalnızca “dağ” değildi.  Dağ sığınılan, konuşulan, sohbet edilen, varılan, erilen, gidilen, bilinen, sevilen bir yerdi. Dağ tevhitti, vahdetti… Dağ bilinci olmayan ve dağı bilinçle anlamayan “Bir” ve “Biz” olmayı anlayamazdı. Eşya ve hadiselere bir bütün olarak bakmak, aidiyet duygusunu yitirmemek, varlığı idrak edebilmek, hakikate giden yolu yürüyebilmek dağı bilmek ile ilgiliydi. Dağlanmak dediğimiz şey aslında kemal duygusuyla ilgili, olmakla ilgili bir şeydi…” Yer ile gök ile dağlar ile hâsılı tabiat ile sahih bir ilişki kuramayan insanın, bir başka insan teki ile ve nihayet Öte ile irtibatı üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Seküler zihinlerle, insana ve tabiata bakışın bizi götüreceği yer bakış acısı olacaktır. İrtifa kaybı ile gelmiş olduğumuz dünyada, bizi dünya zindanından, kurtaracak olan, bize bir başka pencere açacak olan, her şeye “tecelli” ve “tezahür” nazarı ile bakış olacaktır. Evet, bugün birçok alanda yaşamış olduğumuz manzaramızın bozukluğundan ancak sahih ve Öte ile ilişkili bir nazarla kurtulabiliriz.   Dağ, hem sureten hem de bir metafor olarak bize bir çok şey söylüyor. Dağ fıtrattır, dağ özüdür insanın, ana rahmidir. Dağ kendini aramasıdır, kendine gelmesidir insanın. Yok,  yok, dağ insanın kendine gelebilmesi için önce kendinden gitmesidir. Aşk olanın, aşkın olanın, peşinde yürüyüşüdür. Dağ dost bildiğimizdir, canımıza can katanımızdır, yamacına oturup dağlanarak “dağdaş” olabildiğimizdir…  “Dağlarda dağlanmadan dağlaşamayacağını bilen insan, her seferinde dağın o gizemli ve derûnî boyutunu anlar. Ve kendi içindeki dağı gönül dağını burada çok daha iyi hisseder…”  “Dağın Ötesi” baştan sona dağlıyor bizi. Ve anlıyoruz ki dağı hissedemeyen, dağı anlamayan dağılacaktır.   ”Dağlarda dağlanmadan insanın dağlaşamadığını da dağ gibi insanlardan öğrendim. O insanlar gitti, geriye dağlar kaldı. Ben de o dağlarla avunuyorum…” İsterseniz sözü daha fazla uzatmadan,  “Dağın Ötesi” kitabından altını çizdiklerimize bırakırken, Dursun Çiçek’in diğer kitaplarını da dağ gibi kitaplarla dağlanmak isteyen kitap dostlarına hassaten tavsiye ederek sonlandıralım. “İnsan dağlara gittiğinde yüceliği hissedemiyorsa, kendi acziyetini ve yüceliğini aynı anda idrak edemiyorsa irfan noktasında eksiktir. Dağ fethedilmez, dağın zirvesine çıkılmaz. Dağda insan kendini fetheder ve kendi zirvesine/dibine, çıkar/iner…” **** “Zirvelere meraklı olan insanlar iki türlüdür. Birincisi dağı fethetmeye gider, diğeri dağ tarafından fethedilmeye yani dağlaşmaya gider. Birincisi kaç zirve yaparsa yapsın, dağı anlamaz anlayamaz. Dolayısıyla dağı göremez bilemez…” **** “Modern dünyada yaşayan insan, dağdaki tecelliyi hissettiği ve dağların tesbihini anladığı oranda hayata, zamana ve mekâna farklı bakacak, eşya ve hadiseleri farklı algılayacaktır. Gönlündeki dağı bilmeyen insanın da dağları hissedebilmesi mümkün değildir. Çünkü dağ dosttur ve dostu çağırır.” **** “İnsan dağa ve yaylaya dönüşmek için gider, dönüştürmek için değil. Kendini ve ruhunu ihya için gider imha için değil. “ **** Artık insanlar dağlardan değil, dağlar insanlardan korkuyor. Dağlar insanların uçurumlarından düşecek gibi duruyor içinde yaşadığımız modern dönemde… Ama dağ, kendini anlayan, bilen ve seven insanı gördüğünde, o zaman o da sizi sever ve engin gönlünü size açar.” **** "Kentte yalnızlık içinde boğulan insan, dağlarda "yalnızlık" içinde adeta bir coşkuyu yaşar. Dolayısıyla dağdaki insan kentteki gibi "tek başına" değildir. Çünkü dağların ıssızlığı, rüzgârları, pınarları ve çiçekleri şehrin ruhunu yitirmiş tek boylu insanlarından daha "var"dır ve daha kalabalıktır..." **** "Kendini anlamak için insan çıkar dağa. Kendini bilmek, kendini bulmak, eşya ve hadiselerin hakikatini idrak etmek için çıkar. Dağ ile kendi arasındaki fıtri yakınlığı anlamak için çıkar..." **** "Oysa tabiat her an bir oluş içindedir. Bir var bir yok. Ölüm ve hayat iç içe. Varlık ve yokluk aynı eksende. Tıpkı insan gibi...” **** "İnsan aşkın olanla bağlamını tabiat üzerinden yitirdi. Âlemin gözbebeği olan insan, âleme göz koydu ve onun temsil gücünü, iz ve gösterge bağlamını bertaraf ederek kendi gözlerini kör etti. Görememesi bundan..." **** "Topraktan gelen insan, topraktan koparıldığında kimliğini kaybeder. Tabiatın bizatihi kendisi ve özellikle de dağlar insanın kendisi olabildiği mekânlar..." **** Tanrı'dan kurtularak ve tabiata hükmederek "özgürleştiğini" zanneden insan, kendini mahkûm ettiğinin farkında değildi..." **** "İnsanın dağda aldığı nefes, nefesin ne olduğunu anlatır insana. Varlığın nasıl derin bir nefes olduğunu ancak dağlarda hisseder insan. Ömrün bir derin nefes olduğu ancak dağlarda anlaşılır. İnsan mekânı en iyi dağda anlar..."