DUALARDA LAFZIN ÖNEMİ
“Üçaylar” tabir edilen ibadet mevsimine bizi tekrar kavuşturan Allah’a hamd olsun!
Aslında Receb ve Şaban ayları, Ramazan-ı Şerif’in öncüleri, habercileridir. Nasıl ki bahar yaklaşınca önce cemreler düşer, hava, su ve toprak ısınır, sonra ağaçlarda çiçekler görünmeye başlar; aynen bunun gibi, Recep ayının girmesiyle manevi bir heyecan başlar, kalplerde, tavır ve davranışlarda olumlu değişimler gözlenir. Şaban ayıyla birlikte artık Ramazan-ı Şerif ufukta görünür, ibadetlerde hassasiyet artar, maddi ve manevi yönden Ramazan hazırlığı doruğa çıkar. Bu mübarek aylar müminlere: “Dikkat edin, Ramazan’a yaklaşıyorsunuz, O’nun atmosferine girmeye hazırlıklı olun!” mesajını veriyorlar.
Bir anne ve baba çok uzaklardan gelecek oğullarını karşılamak için bir ay önceden hazırlıklara girişir, her gün onun sevinciyle yaşarlar. Müminler için Ramazan sevinci de böyledir. Peygamber (ASV)’ın, “Allah’ım, Receb ve Şaban’ı hakkımızda hayırlı kıl ve bizi Ramazan’a ulaştır!” duasından bu düşünce anlaşılmaktadır.
Bu mübarek mevsiminde en çok yapılması gereken ibadetlerden biri “dua”dır. Herkesin kendi ana diliyle dua etmesine cevaz verilmiştir. Ancak Kur’an’da yer alan veya Peygamber (ASV)’ın öğrettiği duaları öğretildiği şekliyle Arapça olarak yapmak daha üstün ve makbuldür.
Kur’an-ı Kerim, “Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun (varlığının ve kudretinin) ayetlerindendir (delillerindendir.) Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.” (Rum, 22.) buyurmaktadır. Yani göklerin ve yerin yaratılışı O’nun eseri olduğu gibi, dillerinizin ve renklerinizin farklılığı da O’nun eseridir ve eserin ustasına delil olması itibariyle dillerinizin farklılığı da her birinizin eşit olduğunu, Yaratıcının ise bir olduğunu gösterir.
Her toplumun resmi bir dili vardır. Halklar farklı dil ve lehçelerde konuşup yazsalar da bütün toplumun geneline yönelik işlemler için ortak resmi bir dil kullanılır.
Bütün insanlar için gönderilen İslam’ın kitabı Kur’an-ı Kerim Arapça olarak indirilmiştir ve bu dinin peygamberi (ASV) Arapça konuşur. Yani dinin kaynak metinleri olan Kur’an da Hadisler de Arapçadır. Bu nedenle Arapça, Arapların dili olmaktan çıkmış, “İslam’ın dili” olmuştur. İbadetlerde Arapça dili esastır, başka dille ibadet olmaz. Kur’an, orijinal Arapça lafzıyla Allah’ın Kelamı’dır, ama onun tercümesi, meali, çevirenin sözüdür. Bu nedenle Allah’ın, ibadetlerde okunmasını emrettiği Allah’ın Kelam’ı olan Kur’an’dır, çevirenin tercüme sözleri Kur’an olmadığından ibadetlerde okunması ibadetin sıhhatine aykırıdır.
Bir kimse, dillerini bilmediği bir toplumun içinde eksik de olsa bir kaç kelime konuştuğunda büyük bir değer sayılır ve herkese mutluluk verir. Aynen bu misal gibi, Arapça bilmeyen Müslüman, dinin dili olan Arapça ile dua ettiği taktirde, Allah ve Resulünü hoşnud etmiş ve daha makbul bir ibadet yapmış olur. Buna işaret eden iki hadis örneği vereceğiz:
Berâ ibn Âzib (RA) şöyle demiştir: Peygamber (ASV) bana yatacağım sırada okuyacağım duayı öğretti, ben de onu tekrar ettim. Duanın bir yerinde: "bi-nebiyyikellezî erselte” cümlesi yerine “bi-resûlikellezî erselte” dedim. Resulullah (ASV) itiraz etti ve “Hayır, “resûlike” deme, fakat “nebiyyikellezî erselte” de, buyurdu” (Buhari, Vudu’, 75, Hadis no: 247)
Câbir b. Abdullah (RA)'tan rivayete göre şöyle demiştir: “Resulullah (ASV) sahabelerine işlerin hepsinde Kur'ân'dan bir sure öğretir gibi istihare duasını öğretirdi.” Buhari, Tevhid, 10, Hadis no: 7390
Bu hadislerden duaları Peygamber (ASV)’ın ayet ezberletir gibi ezberlettiğini, lafızlarına büyük önem verdiğini, aynı lafzın söylenmesi gerektiğini anlıyoruz. Öğretilen duayı tekrar eden sahabinin, “nebiyyike” yerine “resulike” demesine anlamı değişmediği halde Allah Resulü itiraz etmiştir. Demek, duaları Allah vahiyle kendisine bildirmiş, o da hiç bir değişiklik yapmadan hassasiyetle ashabına öğretmiştir. Birçok duanın Kur’an ayetleri olarak Kur’an’da yer alması da dualarda lafzın ne kadar önemli olduğunu açıkça göstermektedir.