TUTUNAMAYANLAR
Ne de çok sular akmıştı, şu sabır abidesi olan köprülerin altından!... Üstünden geçip giden yolculardan, altından akıp yol alan haşin sulardan; nemli taşlarının arasından, yeşerip boy atan otlardan, gecenin karanlığından gündüzün aydınlığından; sevdalı âşıkların buluştukları mekânıydı, bir zamanın köprüleri… Belki gönül köprüleri de, aynen öyleydi bir zamanlar. Her bir taşının ayrı bir ustalıkla, özeni ve nakışı, üzerinden geçip gidenlerin de ayrı birer hikâyesi vardı, kadim köprülerimizin…
Şimdi ne o samimi sevdalardan eser kaldı, ne de her şeye tahammül eden o güzelim ve sabırlı köprüler, ne de gönül köprülerindeki o candan olan muhabbet… Bir bir yitirildi o eskimez ve güzelim değerler, etrafımızda öbekleşen heyecanlı genç simalar; kısa bir fetretin ardından, tabir caizse saçılıp dağılmışlardı… Öyle bir dağılmışlardı ki, tekrar bir araya gelebilmeleri için yıllarını harcamış olsalar da başaramamışlardı. Çünkü tutunamamışlardı, gittikleri here yere istikrarsızlık ve günü kurtarma heyecanından başka hiçbir şey götürmemişlerdi… Çünkü ayaklarının üstünde durmasını bilememiş ve kaygan zeminde ise; yalpaladıkları için, büyük bir endişe ve korkuya kapılmışlardı.
Öyle bir durumla baş başa kalmışlardı ki, yürüdüklerinde gölgelerinden; konuştuklarında sözlerinden; kalabalıklara karıştıklarında yalnızlıktan ve hislerinden korkar hale gelmişlerdi. Tutunamamışlardı bir kere, taş yerinden oynamış ve duvar dengesini kaybetmişti… Şimdi tutunamayanların her biri, bir yerde ve güdenlerin değil, çoğu güdülenlerin safında; öyle çaresiz ve etkisizce geçmiş hatalarına ağlamaktalar sadece. Gerçekten ağlıyorlar mı o da tam olarak bilinmez ya? Belki de içlerini paralıyorlar… Velev ki doğru da olsa ağlayıp sızlanmaları; ne fayda? Altında sırlarını sakladıkları köprüyü yıkmışlar ve suyunu da kirletmişlerdi bir kere…
Köprünün tekrar inşası, suyun yeniden durulanması hem çok zamanlarını alacaktı; bir de şeyi yapabilecek kadar uzun değildi ömürleri… İnsanın ilk olarak tutunduğu yer ana rahmi, sonra ana kucağı, daha sonra dünyanın serüveni ve tutunulması gereken kavvi bir dal ve sapmaz istikametti! Avını yakalayamayan avcı, hedefe isabet edemeyen nişancı, sabit duramayan insan; aşısız ağaç, eğitimsiz çocuk, düzensiz devlet ve haşin bir toplum; tutunamayışın ve kaybedişin biricik sebebiydi hep, ama bilinmedi ki…
Tutunamayanların şu sıralar, çektikleri yalnızlık, içinde bulundukları ruh hali, onları derin bir kâbusun kucağına itmektedir… Sağa sola savurulan ince dallar misali, rüzgârın akışına ayak uydurmaktan başka çareleri ve yapacakları hiçbir şeyleri de kalmamıştır. Ne geri dönmeleri onların eskisi gibi tutunmalarına yarayacak, ne de yüz üstü bırakıp gittiklerinin güvenini tekrar kazanabilmeleri mümkün. Her halü karda, tutunamamak adına geçmişte yaptıkları hata ve ısrarcı kopuk tavırları; onlara, menzili meçhul bir hedef, durakları acı ve kederlerle dolu bir son hazırlamıştı sadece…
Geçmişe dönebilme şansları yok ki, geriye dönüp bıraktıkları tahribatları yeniden onarabilsin ve açtıkları yaraları da sarabilesinler. Çok geç kalmışlardı, dövünmenin getireceği fayda yoktu! Evet, tutunamamak kayboluştur, kopuştur, hakikatten kaçıştır, tahammülsüzlüktür, kendini beğenmektir, bazen de sabit duramamaktır tutunamamak! Sabır edememektir, darlığa katlanamamak, yolun sonunu hemen görebilmeyi istemektir; aceleci olmaktır, kararsız kalmaktır, yol ve yolcuyu tam olarak tanıyamamaktır tutunamamak!...
Kuru kalabalıkların gümbürtüsünde ararken yükselmeyi, birden düşmüşlerdi yalnızlığın korkunç kucağına ve sığındıkları o sahte gülüşler dağıtan kaçıklardan da kimse kalmamıştı etraflarında… Zaten pek fazla da değildi sayıları, iki elin parmakları veya biraz fazlası… Yalnız kalmışlardı, terk edilmişlik psikolojisiyle yaşadıkları için; artık hiç kimseye güvenemiyor ve çareyi insanlardan kaçmakta arıyorlardı. Lakin o da nafileydi, yaptıkları kendi kendilerini kandırmaktan başka hiçbir işe yaramadığını bildikleri halde; tutunamamak zaafları onları meçhul mecralara doğru sürükleyip duruyordu adeta…
Hani, merak edilir acaba kim veya kimlerdi şu tutunamayanlar diye? Ne fark eder ki, kim veya kimler oldukları? Otuz yıl zarfından bu güne gelinceye kadar; birçok tutunamayana biz tanıklık ettiysek, bizim gibi daha nice insanlarında tanıklık etmiş oldukları muhakkak değil mi?… Ama şunu hemen belirtmek gerekirse, biz tutunamayan o kadar çok kaçkının varlığına şahitlik ettik ki, onların birçoğu hala da tutunamayanlardandırlar… Değerli gönül dostları, Siz siz olun, tutunamayanlarla ne yola gidin, ne sırdaş olun!... Çünkü tutunamayanların çoğu, bilerek veya bilmeyerek; yol arkadaşlarını bozuk para gibi harcayabilecek kadar zayıf ve çaresiz kimselerdir… Dua ile. 07 Mart 2019.