KELİMELERİMİZE TUTUNMAK
Önce kelimelerimiz vardı, bizim kelimelerimiz. Kelimelerimizden uzaklaştık ilkin, ne olduysa sonra, kelimelerimizden uzaklaştıktan sonra oldu. Kelimelerimizden kaçtık; medeniyetimizden kültürümüzden bizi biz yapan değerlerimizden. Terk ettik kelimelerimizi. Kelimelerimiz çıkınca hayatlarımızdan bizim olmayan kelimelere sığındık. Kendi kelimeleri olmayanların hayata dokunacakları ellerinin olmayacağını unuttuk. Isınamadık, sıcaklığı yoktu bu yeni kelimelerin, ruhu yoktu her şeyden öte karşılığı yoktu hayatlarımızda. O yüzden derdimize derman, yüreğimize şifa sunamadı. Ferahlatmadı, açmadı yüreğimizi. Ruha uçmayı öğreten kelimelerdir. Ruhumuzu kanatlandıramadı kelimelerimiz. Kendi kelimelerimizi kullanamıyoruz, kendi zihnimizle düşünemiyoruz, kendi hayat tarzımızı ortaya koyamıyoruz. Kelimelerimiz yok, tarzımız yok, tasavvurumuz yok.
Kelimeler, kelimeler, kelimeler! Shakespeare’in ünlü eserinde, Ne okuyorsunuz efendim? Sorusuna Hamlet böyle cevap veriyordu. Kelimelerimiz kadarızdır. Düşüncelerimiz, yaklaşımımız, bakışımız, kelimelerimizin derinliği kadardır. Kelimelerin ve kavramların kirletildiği bir çağda yaşıyoruz. Konfüçyüs, toplumun kaderi eline verilirse ilk ne yaparsın diye sorulduğunda, ‘ilk olarak toplumun kendileriyle iş gördüğü kelimeleri, kavramları değiştirir, yerlerine yenilerini koyar ve her birini yeniden tanımlardım.’ Şeklinde cevap vermiş. Bir toplumun kurtuluşunun başlangıcı, kelimelerini ve kavramlarını içerik olarak sahih bir şekilde yeniden kurmaktan geçer.
Taşıma kavramlarla düşünüyoruz. Ve sonuç hep hüsran oluyor. Öyleyse hayata bizim tarafımızca verilen bir yanıt olan bakışımızı, ölçüleri ve ilkeleri olan, akılla, kalbin; zihinle duyguların bütünleştiği, hakiki bir duruma dönüştürmemiz gerekiyor. Kendi kelimelerimize dönmemiz gerekiyor. Çünkü kelimelerinde bir iklimi var. Ve kelimeler ancak bize ait kültürel bir iklim altında neşvünema bulur. ‘Kelime en güçlü silahtır, tutar şehri ve insanı.’ Evet, kelimeler tutmalı bizi; tutmalı ki hayatımıza doğru bir yön verebilelim.
Eskiler kelimelerin şahsı manevisi vardır, derdi. Şimdi öyle mi? Şahsı manevisini yitirdi kelimelerimiz. Oysa kelimelerimiz kullandığımız kavramlar bizimle mutabakat sağlamalı. Kelimelerimiz bizi tutmalı onlarla hayata tutunmalıyız. Kelimelerle bir bağımız olmalı, bağlamı olmalı yani. Kelimelerimizin bizi tutmasının yolu bizimle kurduğu bağla olabilecektir. Bağlamından uzak olduğumuz kelimelerle hakiki bir hayat tasavvuruna ulaşamayacağımızın bilincinde olmalıyız. Kelimelerimizi sevmeliyiz, anlamalıyız, korumalıyız.
Düşüncelerimizin şekillenmesi kelimelerle olur, kavramlarla olur. İnsanın düşünce ve tefekkürü kelimeleri kadardır. Modern hayat her şeyimizi dönüştürdüğü gibi, kelimelerimizi, kavramlarımızı, cümlelerimizi de dönüştürdü. Evet, bugün modern zihniyet dünyasının kelimeleri ve kavramları bağlamında bir hayat yaşıyoruz. Sığındığımız kelimeler, sözcükler isteneni ortaya koymaktan çok ortalığı karıştırıyor. Ahlak ve etik, birey ve kul, şehir ve kent, eşitlik ve adalet, aydın münevver, millet ve halk, gerçeklik ve hakikat, hemhal olmak ve empati kurmak, talebe öğrenci, ilim ve bilim… Aralarındaki farkların üzerinde düşünmemiz, aralarındaki farkın köklerde olduğunu, özde olduğunu kavramamız gerekiyor. Cemil Meriç’in dediği gibi Kavga artık insanla kelime arasındadır. Kelimelerle barışık olmanın yolunu bize sunacak olan kendi kelimelerimizle bir hayat görüşünden geçiyor.
Kelimelerimizin oluşturduğu zihinsel yapının eşliğinde oluşur bakışımız. Kelimelerimiz düşüncelerimize, düşüncelerimiz duygularımıza, duygularımız davranışlarımıza dönüşür. Dünyamızı kelimelerle kurarız. Beyin hangi kelime ve kavramları algılıyorsa düşünce ona göre oluşur. Hangi kelime ve kavramları seçerse insan, hayatı da ona göre şekillenir. Bu kadar önemlidir yani kelimelerimiz. Bize ait olmayan hayatları yaşıyorsak, kelimelerimizi yitirdiğimiz içindir. Kelimeler toplumun düştüğü nokta olabileceği gibi, toplumun dirildiği nokta da olabilir. Kelimelerimizin bizi biz kılabilmesi için, bizim kelimelerimiz olmalı, kendi kelimelerimiz olmalı yani.
Kızılderili; beyaz adamın getirdiği aynalardan kendimize baktığımız an yenildik, demişti. Evet, kelimelerimizi kaybettik, batının aynalarından kendimize bakmaya başlayalı kelimelerimizle aramıza mesafe girdi. Tanzimat’tan bu yana yaşamış olduğumuz zihinsel bunalım kendi kavramlarımızla, kendi kelimelerimizle düşünememek gibi bir handikapa düşürdü bizleri. Kelimelerimizle aramıza mesafe gireli, kendi bağlamımıza konuşamıyor, kendi bağlamımızda düşünemiyor, kendi bağlamımızda yaşayamıyoruz. Batı ile aynı kelimelerle konuştuğumuz için, aynı şekilde düşünmeye, aynı şekilde yaşamaya başladık. Yaşadığımız hayat bizim değil, başkalarının yorumladığı bir hayatı başkalarının kelimeleri ile yaşıyoruz. Başkalarının reçeteleriyle bakıyoruz hayata, başkalarının reçeteleriyle sorunlarımıza çözümler getirmeye çalışıyoruz sonuç; sürgit bir patinaj hali.
‘Öyle seveceksin ki kelimeleri sana yetecekler,’ yetmiyor, kelimelerimiz bizi tatmin etmiyor, sadra şifa sunmuyor. Çünkü bizim değil, bize ait değil. Cemil Meriç’in ifade ettiği gibi, batının zihnimize kazıdığı kelimeleri kovarak, kendi gerçeğimizi, kendi kelimelerimizle anlayıp anlatmak, hepimizin borcu.
Kelimelerimizle bir hayat kuramıyorsak, başkalarının kelimeleri bağlamında bir hayattır yaşayacağımız. Medeniyet iklimimizin kelimeleri olmalı, sığınağımız. İthal malı mefhumların karanlık dünyasında kaybolmamak için, yaşam felsefemizi kendi köklerimize, özümüze uygun kelimelerle şekillendirmeliyiz. Sözün özü; kelimelerimizi “biz”leştirmeliyiz ki birleştirmeli bizi. Kelimelerimiz bizde dile gelmeli, bize söylemeli, bizi söylemeli ki ikliminde ferahlayalım.