FISTIK AĞAÇLARI
Şanlıurfa ve çevresinde bir zamanlar çeşit çeşit üzümlerin yetiştiği bağlar, artık fıstık tarlalarına dönüştü. Üzüm bağları, dikilen fıstık ağaçlarının büyümesi sonucu gittikçe yok oldular. Tabi yalnız üzüm bağları değil, diğer ekin tarlaları da fıstık ağaçlarıyla doldu. Daha fazla gelir getirdiği için memleketimizin insanları fıstık üretmeye yoğunlaştılar.
Ancak imara açılan alanlarda ne yazık ki vaktiyle büyük emek ve ümitlerle dikilen fıstık ağaçları sökülerek binalar dikilmeye başlanıyor. 1990 yılında Şanlıurfa’ya geldiğimde, İpekyol mahallesinde Akpınar Lisesi’nin aşağısında Hz. Âmine camii çevresi alanın fıstık ağaçlarıyla dolu olduğunu görmüştüm. Karaköprü’de inşaatlar ormana kadar dayandı. Bir gün ormanın da inşaat alanı haline getirilmesinden korkuyorum.
Fıstık ağaçları dikkat çekici bir tarzda, yetişme süreci, bakımı, değer görmesi gibi birçok açıdan insana benzer. Dikildikten 15-20 yıl sonra ancak olgun ağaçlar durumuna geliyor ve dönüşen meyve vermeye başlıyor. İnsan da ancak 20 yıl gibi bir süreçte olgunluğa erişmeye başlıyor.
Kaç aydır Koronavirüs nedeniyle insanın insana yaklaşmasının tehlikeli olduğu bu karantina sürecinde Şanlıurfa’nın bir köyünde bir yakınımızın fıstık tarlasında gezinti yapmak, hem dinlendirici, hem ferahlatıcı oldu hem de güzel dersler aldım.Bu ağaçlarda hiçbir risk yoktur. İnsan gibi kirletici ve virüs yayıcı değiller, aksine temizleyicidirler.
Fıstık ilk ekildiğinde, kimi yörelerde “bıtım”, kimi yörelerde de “benk” veya “k ızvan” adı verilen menengiç ağacı olarak ortaya çıkıyor. Fıstık olması için mutlaka aşılanması gerekir. İnsan da ilk doğduğunda sadece şekil itibariyle insandır, diğer özellikleri diğer canlılardan farksızdır. Ancak çocukluktan başlayan “din ve iman” aşısı onu gerçek insana dönüştürür. Yani iman insanı insan eder, diğer tüm canlılara onu sultan eder. Bu aşı yapılmadığı taktirde, insan hayvandan farksız olur; hatta daha da aşağılık bir duruma düşebilir.
Fıstık ağaçları dallarıyla, kökleriyle, meyvesiyle tüm canlıların ilgisini ve iştahını çekmektedir. Sinekten, böcekten, kuşlara kadar tüm yaratıklar bu ağaçlara musallat olur; kimi köklerini kemirir; kimi gövde ve dallarını yontar; kimi de meyvesini uçurur. Bu nedenle, kudret harikası nazlı ve nazenin bu ağaçları korumak için çeşitli ilaçlar kullanmak gerekir. Yoksa ağaçlar acımasız yaratıkların insafına terk edilir; ürün alınamayacağı gibi, ağaçların da kuruma ihtimali vardır.
İnsan, bu yönden de çarpıcı bir şekilde fıstık ağaçlarına benzer. İnsan, ebedî memlekete davetli, bu dünyada Cenab-ı Hakkın nazlı bir misafiridir. Hem “yeryüzünün halifesi” formatında yaratıldığı, hem şerre hem hayra meyilli olduğu için tüm şeytanların ilgisini ve iştahını çekmektedir. Hem cismani hem ruhani şeytanların tasallutuna maruzdur. Eğer Kur’an ve Sünnetin verdiği ilaçlar kullanılmazsa şeytanların tasallutundan kurtulma ihtimali yoktur. Bu nedenle Kur’an sıkça şeytanlardan Allah’a sığınmayı emretmekte, “Şeytan sizin için apaçık bir düşmandır!” buyurmaktadır.
Fıstık ağaçları aynı zamanda mağrurdur, başka ağaçlara tahammülü yoktur. Üzüm bağları içinde ekilen fıstık ağaçları zaman içinde onları tamamen yok etmektedir. İnsan da çoğu kez gururundan dolayı başını belaya sokmuyor mu? Rabbine bile nankörlük etmiyor mu?
Fıstık ağaçları, sıralı dizilmiş halleriyle Kâbe’yedoğru saf tutmuş müminleri andırırlar. Aynı zamanda Yüce Allah’ın cömertliği gösteren eller durumundadırlar. Meyveleri küçük, lezzet ve değeri büyük bu ağaçlar, salkım salkım taşıdıkları fıstıklarıyla, lisan-ihal ile “Bel yedâhumebsûtatâni: Bilakis O’nun iki eli de apaçıktır!” ayetini okuyorlar ve Allah’ın sonsuz kerem ve cömertliğini ilan ediyorlar. İtaatkâr duruşlarıyla insanlara yaratıcının sanat ve kudretini hatırlattıkları gibi, itaat etmeyi de öğütlüyorlar.
Her bir fıstık ağaca aynı zamanda muazzam ve mükemmel birer fabrikadırlar. Çamurdan fıstık üreten bu fabrikalardaki sessizlik, dinlendirici ve keyif verici nefes ve koku, meyveleri kadar mucizedir.
Bu nimetleri insana bağışlayarak iltifat eden Yüce Yaratıcıya secde etmek ve O’na şükretmek de insanın asıl görevidir. Elde edilen ürünün zekâtını vermek, hem ilahi emirdir; hem de şükrün bir parçası olduğu unutulmamalıdır.