İSLAMCILIK ELEŞTİRİLERİ
Küresel ölçekte yaşanan durum, İslamcılık eleştirileriniaşan ciddi yüzleşmeler ve yol haritaları belirlemeyi zorunlu kılmaktadır.
Birbirimizi, konjonktürel nedenlerle suçlamak ya da aynınedenlerle bulunduğumuz safların kavgası ve /veya birlikteliklerini değil;ümmeti ve ümmet olmanın şartlarını yeniden tanımlama adına, 'nas'lar ölçeğindeve zamanın ruhuna uygun olarak/değişen şartlara göre yeniden zihni ve ciddiçabalara girişmek gerek...
Sistem, müslümanların sistem içi siyaset yapmaları için çokgayret göstermiştir. Milli Nizam Partisi’nin kurulması, bu yoğun çabalarınsonucu olmuş ve memnuniyet yaratmıştır. Kaldı ki MNP, gerçek anlamdaİslamcı/İslami hassasiyetleri oldukça önemseyen, adanmış insanların kurduğu birpartiydi.
Buna rağmen, o günkü müslümanlar, bu hareketi desteklememişve partinin oy oranı hep düşük kalmıştır.
Baştan, şu iki hususu da belirtmek gerekir ki; Türkiye’desistem içi siyaset müslümanlara, şimdiye kadar bir hayır getirmemiştir. Bunarağmen, sistem içi siyaset konusunda, reddine veya kabulüne yönelik kesip atmatarzı dışında, kapsamlıçalışmaların yapılması gereği göz ardı edilemez.
Tüm dünyada, müslümanları sistem içi siyasete çekmenin asılamacı, onları kontrol altında tutmak, kendi sahalarına çekmek, ehlileştirmek veİslam’ın gerçek özünden uzaklaştırmaktır.
Onları uzlaşıcı, uyumlu ve hoşgörülü bir duruma getirerektepkisizleştirmek, kimliklerinde erozyon oluşturmak, zihinlerini teslimalmaktır. İran İslam İnkılabı’ ndan sonra ise buna, onları direniş eksenindenuzaklaştırmak maddesi eklenmiş ve sıcak dönemlerde bu madde başat bir nitelikkazanmıştır.
Yine şunu belirteyim ki; Allah’ın nurunu kimsesöndüremeyecektir. Müslümanlar, sadece Türkiye’de değil; tüm dünyada, düştüğüyerden kalkacaktır. Buna, tüm kalbimle inanıyorum.
Yine şunu belirteyim ki; 28 Şubat süreci, tüm sarsıcıetkilerine rağmen, müslümanlar üzerinde, iktidar dönemindeki gibi/kadarkimyasal nitelikte bir değişime yol açmamıştır.
Çünkü 28 Şubat süreci; onları sindirmiş, sarsmış amasaflarını kaybettirmemiştir.
Oysa bugün, ‘İsrail düşmanımız değil’ dediği halde; müslümanolduğunu da iddia eden dünün İslamcıları, sayısal olarak az değil.
Bu eleştirileri yapan bizler de az ya da çok sarsıldık,savrulduk, dönüştük ama eski yörüngemize gelip oturmak dışında seçeneğimiz deyok.
İslamcılık eleştirileri, yapılması gereken bir çalışma. İşinkolayına kaçmaktır bir bakıma.
İslamcılık eleştirileri yapanların kimisi, yenilgiyi ve yenidurumu; bir “realite”/"konjonktür" olarak sundu ve/veya kendine vebize kabul ettirmeye çalıştı. Bu doğrultuda olduğunu düşündüğüm çalışmalardanbirinin; Mehmet Efe’nin “Mızraksız İlmihal” adlı çalışması olduğunudüşünüyorum…
Kimileri akademik ve dışarıdan biri olarak; kimileri birözeleştiri ve durum tespiti ve kimileri ise buna ek olarak, meydan okumaşeklinde samimi bir üslupla yaptı bu eleştirel çalışmaları.
‘Yorgun demokrat’lık bir süreçtir ve bu tarz süreçler,Türkiye’deki bütün ideolojilere yaşatıldı. İslamcılık da bunlardan biriydi vebu süreçleri, sadece bir defa değil; defalarca yaşadı müslümanlar ama en keskinolanı; 28 Şubat süreciydi…
Bu süreçleri yaşatanların amacı; umutsuzluğun kabulettirilmesi ve teslim olmanın gereğine inandırmadır. Kurtuluşun, devrimingerçekçi olmayacağını, olmayacağını zihinlere kazımaktır.
Her şeyin kirlendiği, kirletildiği bir dönemden geçmekteyiz.Böyle bir çağda, dinin siyasi meze mertebesine getirilmeye çalışıldığı, kirlisavaşların ve paylaşımların, kirli ittifakların, kirli stratejilerin havadauçuştuğu bu süreçte, yeniden Allah’ın sesine sarılmayı daha fazla geciktirmeninbir anlamı olamaz.
Görüşlerinin tamamına katılmasam da, İdris Özyol’un1999/2000 tarihlarinde, hem de Yeni Şafak’ta kaleme aldığı, özgün üslubu veiçtenlik dökülen yazılarından kısa birkaç alıntı yapalım:
“Yoldaşlarım ne düşünecek bilmiyorum bu kalp ağrısı için. Buküçük "kaçamak", bu "istirahat" beni daha fazla bağlamışolmalı kavgaya. Ki şimdi kalkıp gideceğim ve ücra bir dağbaşında beni bekleyen"çetemiz"e katılacağım bebeğim. Savaşmamgerekiyor. Bildiğim tek şeybu. Kalbimde yer yok, kanaviçe düşlere ve "küçük evler"in tuğlalarınıüst üste dizmek için harcayamam kollarımdaki gücü. O kuvvet, bilmem neresindedünyanın bizi bekleyen bir karanlık orduyu dize getirmek için kullanılmalı.Yenilmekse yenilmeliyiz. Kazanmaksa kazanmalıyız. Hayat yenilgiler ve zaferlerarasında engebeli bir yoldur bizim için ve o yola kalbimizin ekleyeceği yeniengebeleri çekemeyiz. Çeteciyiz biz. Eşkiyayız.”/ Geç buldum tez yitirdim/05Mar 2000/Yeni Şafak
“Tarih yani "öteki tarih" yani "bizimtarihimiz" hep dağlarda, hep kaçak, hep dövüşerek yazılmıştır. Ve"kafası bozuk adamlar"ın, ve "sabrı tükenmiş yiğitler"in,ve "özgürlüğe aşık gençler"in, hesapsız kitapsız aşklarından geçer otarihinyolu. Çoğu, güneşin doğuşunu göremeden ölür. Ama güzel ölür bizimçocuklar. Kahramanca ölür. Dünyanın en büyük aşkıyla ölür. Bir halkın, birsınıfın, bir kitlenin özgürlük düşüyle ölür. Kafasında kurşun izi bir gülgibidir ve tutar öpersin onu öldüğü yerden. Ne güzeldir özgürlük, ne güzeldirkurtuluş, ne güzeldir eşitlik. Ve tarih bunların tarihiyse doğrudur vebitmemiştir henüz. Hatta belki yeni başlamaktadır.”/ Tarihi iplemeyenlerintarihi olmamıştır/13 Şub 2000/Yeni Şafak
……………
“Elimde babana ait, kalmış tek fotoğraf bu yavrucuğum,paramparça…
Bak bu baban, şurada, simsiyah sakalı, şalvarımsı pantolonu,kemik çevreli, büyükçe gözlüğü ile baban… Bu da babanın arkadaşı Ahmet, buCihat, şu arkadaki Muhammed…Gel hadi 85 - 95 yıllarında çekilmiş bu fotoğrafıbirleştirelim, babanı tanımalısın, baban bir radikal İslâmcıydı yavrum.
...
Çok gençtiler; en yaşlıları, hareketin önderleri otuzluyaşlarda ya var ya yoktu. Bariz bir tecrübesizlik ve toyluk göze çarparkensıcacık bir samimiyet de insanı gözlerinden öpüyordu. Herhangi bir cemaat ya dahareket mantalitesini, öncü bir nesilden devralmamışlardı. Heyecan uyandıranancak bu topraklara ilk defa atılan köksüz nadide çiçekler gibiydiler. Hem enzayıf hem en güçlü tarafları ilk oluşlarıydı. Dilleri delikanlılıkları gereğisivri, sesleriyse olabildiğince yüksekti, bir de aşırı siyasî. Dinin uhrevitarafını, kalbe seslenen kısmını ıskaladıklarını onlara kimse söylememiş miydi?Devrimci ve sistem karşıtı siyasal dilleri sadece sisteme kaşı olmakla kalsaydıyine iyiydi. Ancak süreç içinde toplum karşıtı hatta yeri geliyor aile, konukomşu karşıtı da olabiliyordu o sert ve sivri dil…”/ Senin Baban Bir İslâmcıydıYavrum/ZeynepKarataş/timeturk
Kendimizi eleştirirken tüm dünyada yaşanan mücadelelerinşeklini, yöntemlerini ve sonuçlarını sağlıklı bir şekilde değerlendirmekmecburiyetindeyiz.
Şunu unutmayalım ki, kaybedilen cepheler, sadece sistem içisiyaset yoluyla mücadele verilen coğrafyalar değil.
Afganistan’da, Çeçenistan’da da; kazanılabilecekkenkaybetmenin nedenlerine bakmak gerek.
Doğu Türkistan’da, Suriye’de, Arakan’da, Yemen’de neleryaşandığına bakmak; Gannuşi’nin neden teslim olduğunu iyi okumak gerek.
Türkiye’de en büyük kaybın ve değişimin nedenlerini doğruokumak gerek.
Suriye'de, Irak'ta, Libya'da, Afganistan'da, Filistin'de,Yemen'de, Arakan'da ve İslam coğrafyası başta olmak üzere daha birçok yerde;kimin kiminle savaştığını doğru tahlil etmeli ve bu savaşlarda, direkt ya dadolaylı olarak kimlerle saf tuttuğumuzu bilmemiz gerek.
İç içe halkalardan birinin içindeyiz. Bir sonrakini,diğerini, daha sonrakini ve en sonundaki/en geniş halkayı görmek gibi birgündemimiz, bakış açımız olmalı. Basiretimizi kullanmalıyız.
Basiret sorunu yaşıyoruz, hatta safımızı/yerimiziyadırgamıyoruz. Muhakeme etme, akletme melekelerimizi, anlaşılmaz bir hipnozaltındaymış gibi, kullanmıyor; onların varlığının farkına varmak istemiyoruz.
Dünyanın büyük müstekbirleriyle boğuşan direniş ekseninin,niyetini ve çabalarını doğru kumaya yanaşmıyoruz. Hüseyinler'e yanaşmıyoruz.
İsrail’le, ABD’yle, Suudi Arabistan’la aynı safta durarak;dünya mazlumları için mücadele eden direniş çizgisinin karşısına, nasıl veniçin dikildiğimizi dosdoğru sorgulamıyoruz.
Çok savrulduk ve artık bitmeli.
Rabbim, bizleri akledenlerden eylesin.