EBCED, CİFİR VE BEDİÜZZAMAN
Vuzuh, açıklık ve aydınlık dururken neden kapalılığı vegizemi tercih eder insan? Olana, görülene ve duyulana kanaat etmeyip olmayanın,görülmeyenin ve duyulmayanın ardına düşmek. Bedahetten müphemiyete kaçış. Kadimsanat, felsefe ve teoloji bu arayışın trajik hikayesi. Bu duygunun en somutyansıması hiç şüphesiz ki heykelde gösterir kendisini. Bilinmeyeni bilinir,görülmeyeni görülür, duyulmayanı duyulur kılmak…Biricik çaba bu.Ve aynı zamandabütün cehri (açık) şirklerin ana rahmi de.
Sanat, muhayyilenin bir yalanı, kurgusu daha doğrusukuruntusu. Ebced ve cifir ilmi aynı şekilde sarahatten mahremiyete doğru kayışve dahi kaçıştır. Bağlayıcı olan sarih (apaçık) metinden, bağlayıcı olmayanmahrem (gizli) metne iniş daha doğrusu yükseliş. Bir çeşit zihinsel egzersiz,daha selefi, kökenci ve literal bir deyişle “heva ve heves.” Sosyal, siyasal veadalet boyutlarının unutulup içe, ruha yani mistiğe sığınış. Tek gerekçezaifleri teşvik. Olabilir ama Kuran’ın yüzlerce yerinde mustazaflar(ezilmişler) için serdedilen ümit ayetleri zaifler için yeterince teşvik edicibir teselli değil midir? İçinde bulunulan durum zaruret halini almadıkça ondanyola çıkarak bazı gaybi çıkarımlarda bulunmak ne kadar isabetli?
Herkese içinde bulunduğu konumu haklı gösteren bir ilahikitap nasıl yol gösterici (mübin) olabilir? SeyyidKutup, İslam için şehadetşerbetini içti ve geride güzide bir tefsir bıraktı ama Kuran’ın kendisine vedestansı mücadelesine remzen, telmihen veya imaen işaret ettiğini söylemedi bırakınsöylemeyi böyle bir duygu aklına bile gelmedi. Şeyh Said, İslam için darağacınagiderken hiçkimse bu acıklı tabloyu ebced veya cifirle halelemeyi/desteklemeyigetirmedi aklına. Ali Şeriati, savak ajanları tarafından sinsice zehirlenirkensevenleri bu durumu kutsamak için hiçbir Kur’an ayetini seferber etmeyidüşünmedi.
Neden? Böyle böyle bir şeye gerek yoktu çünkü. Furkan olanKur’an kendi yolunda mücadele ve mücahede veren mücahitler hakkında açık birşekilde tebşiratta bulunur ve akıbetin eninde sonunda onların olacağını söyler.Sarahat dururken kapalılığa tevessül etmek güneşi bırakıp mum ışığına koşmaktanbaşka ne ki? Ebced ve cifir’in herkese lazım olan umumi şeyler için istimaledilmesi sorun değil asıl sorun olabildiğince şahsileştirilerek Kur’anayetlerini anlamada bir usul (metodoloji) olarak tercih edilmesi…
Abdülkadir Badıllı Ağabey kaleme almış olduğu bir eserleBediüzzaman merhumunneden ebced ve cifir hesabını kullandığını izah etmeyeçalışır. Bir kelimeyle bile olsa eleştiri dozuna rastlanmaz.Doğru alan da buzaten.Çünkü merhum ağabey şu gerçeğin pekâla farkında:‘üstat hazretleriiçerisinde bulunduğu durum zaruret halini aldığı için böyle bir yolu tercihetmiş yoksa –haşa-gösteriş yapmak ve Kur’an’ın yüce ayetlerini keyfincekonuşturmak için değil.’ Bu zaruret halini ıskalarsanız veya -sehiv eseri bileolsa- görmezden gelirseniz “Said Nursi’nin otuz üç Kur’an ayetinin kendisine veeserlerine işaret ettiğini söylemesi eski tabirle tekellüf modern tabirle zorlamadır“şeklinde nezaketsiz ve isabetsiz bir sonuca varmanız kaçınılmaz olur.
Tabii ki böyle demek üstadı küçültmez bilakis yüceltir;çünkü üstat kendi ifadesiyle “davamız mücerret değil her biri ayrı bir bürhanile müberhendir” diyor. (Muhakemat) Ve başka bir meselede İmam-ı Rabbani’yekarşı“Ey üstat o tekellüflü bir te’vildir hakikat şu olmak gerektir”(Mektubât)diyerek karşı çıkmaktan çekinmiyor. Ama böyle derseniz şayet bir sözünmaksadını anlamada yaşamsal öneme haiz olan bağlamını ve makamını kaçırmışolursunuz. Böyle olunca da yanlış anlamak ve insafsız değerlendirmelerdebulunmak mukadder olur.
Evet, Bediüzzaman Kur’an’ı anlama da bir usul olarak değil,sadece tahsiniyyat kabilinden ebced ve cifri çok kullandı, neden peki? Çünkümaruz kaldığı insanlık dışı barbarca muamele, dayanılmaz ve katlanılmaz bir halaldı. Birinci cümleyi alıp sitayişle göstermek ve fakat bunun nedeniniaçıklayan ikinci cümleyi gizlemek dürüstçe olmasa gerek.