GERÇEKLER
Yine hafta sonu, yine inziva. Fırın ve market dışında her yer ve her şey yasak. Faydası var mı, resmi açıklamalar olduğunu söylüyor. Gerçi resmi açıklamalara ne kadar itibar edilebilir ki! Pazarda eşyalar ateş pahasına. Geçen yıl yirmi beş liraya aldığımız beş kiloluk yağ şimdi yetmiş beş lira. Çay ve diğer gıdalar aynı. Maaşın yarısından fazlası kiraya, doğalgaza, elektriğe, telefona gidiyor. Buna neden olan faillerin en sevmediği şey denetim ve sorgulama talebi.
İnsanoğlunun bütün çalışması, çabası ve telaşı oturabilecek sıcak bir mesken ve bir parça ekmek için. Asgari ücrete çalışan milyonlar bunu bile bulamıyor. Ya pandemiden dolayı işten çıkarılanlar ve bunun için aylardır hiç maaş alamayanlar? Ülkede açlık sınırının altında yaşamını idame etmeye çalışan on milyondan fazla insan var. Bundan muaf olup konfor ve şatafat içinde yaşayanlar: cemaatler, tarikatlar ve siyasiler. Bunların hiçbirinin geçim diye, ekonomi diye bir derdi yok. Ortaçağda burjuva ve rahiplerin de böyle bir derdi yoktu. Zavallı halk! Her devirde tarihi yapan o ama yine her devirde tarihte olmayan o.
Alt yapı olan geçim ve ekonomi düzgün olmayınca üst yapı olan sanat, düşünce ve kültür gibi şeyler de düzgün olmuyor. Bu ülkede milyonlarca ebeveyn çocuğunun doktor, hakim, avukat olmasını istiyor. Hiçbiri müzisyen, memur ve yazar olmasını istemiyor. Çünkü bunlarda para olmadığını çok iyi biliyor. İlkokulda en fazla sevdiğim ders resim dersiydi. Üniversiteye hazırlık aşamasında en yararsız dersin resim olduğunu fark ettim.
Varsa yoksa matematik ve Türkçe. Çünkü biri seni doktor yapıyordu, diğeri avukat. Beden ve resim derslerinin bizim gibi toplumlarda hiçbir karşılığı ve saygınlığı yok. Peki yazarlığın var mı? Ne gezer! Ülkenin yetmişlik en büyük yazarının henüz yirmilik bir hakim kadar kıymeti yok. Orhan Pamuk’un müteveffa annesinin bir zamanlar oğluna dediği gibi “oğlum bu ülkede yazar olmakla dilenci olmak arasında bir fark yok. Sen okulunu bitir. Anlamıyor musun?”
Geçim sıkıntısı giderilmeyince can sıkıntısı da giderilmiyor. Can sıkıntısının sebebi çoğunlukla geçim sıkıntısı. Ama her yazar dün kaybettiğimiz merhum Yavuz Bahadıroğlu gibi talihli değildi. Yazarlık bir geçim kaynağı, bir sektördü aynı zamanda. Muhafazakar camia peynir ekmek gibi tüketiyordu kitaplarını. Çok kaliteli olduğu için değil, aynı mahalleden olduğu için. Mahalle için yazanların derdi çoğunlukla edebiyat değildir, kazançtır. Ve bunu fazlasıyla elde ediyorlar.