SAHİPLENMEYE ÇALIŞTIĞIMIZ HİÇBİR ŞEY BİZE AİT DEĞİLDİR
“Yeryüzünde sizin için yarattığı, renkleri değişik olan şeyleri de (emrinize/istifadenize sunmuştur) Kuşkusuz bunda, öğüt/ibret alacak bir kavim için elbette bir ayet/delil vardır.” (Nahl/13)
Yüce Allah’ın kendisini yoktan var ettiği insanoğlu, iki damla suyun (meninin) karışımıyla ve daha sonra anne karnında; birçok evreler geçirmesinin ardından dünyaya gözlerini açtığına bakıp ibret almaz mı?… Gözlerini açar açmasına ama, o kadar güçsüz, o kadar aciz ve o kadar da savunmasız bir tutam et parçasıdır adeta. Başkasının onu yedirmeye, giydirmeye ve hatta altını temizlemeye muhtaç olacak kadar savunmasız ve çaresiz!
İnsan bu ya, nisyana malul bir varlık olması hasebiyle; büyüyüp güç ve imkân sahibi olduğunda, geçmişini unuttur, kendisine verilmiş olan dünyanın mal ve mülküne, kendi becerisi sayesinde ulaştığı gafletine düşer çoğu kez. Bilmez ki, kendisini yoktan var eden yüce Yaratıcının; aslında, onu o mal ve mülke sahip değil, bilakis emanetçi olarak tayin ettiğini… Evet, şu dar-ı dünyada elde avuçta tuttuğumuz, gözlerimizden sakındığımız, veya bazılarımızın hovardaca israfından çekinmediği, şu boşa harcadığımız güzelim vakitlerimiz, mallar ve evlatlarımız, sıhhat ve imkanlarımızın bize ait olmadığını, emanetçileri olduğumuzu unutmamalıyız!
Hepimiz, her birimiz şu dünyaya, beli bir gaye ve amaç için gönderildik… Mal sahibinin malından istediğimiz şekilde tasarruf etme hakkına sahip değiliz. İnsanın, İstediğim gibi yaşar, istediğim gibi tozar ve istediğim gibi hareket ederim demesi; her şeyin ve mülk sahibine karşı büyük bir saygısızlık ve nankörlükten başka bir şey değildir… Başı ve burnu yukarılarda olan insan, şu geçici misafirhane olan dünyada; neyin sahibidir ki? Düşünmez mi insan, öldükten sonra kendisiyle birlikte mezara girmeyen/giremeyen; serveti, eşi, çocukları ve biriktirdiklerinin geride kaldıklarını?
Evet, sahiplenmeye çalıştığımız, veya şunlar bunlar benimdir/bizimdir diye kendileriyle avunduğumuz hiçbir şeyin aslında bize ait olmadığını unutmayalım. Bizim varlığımız dahi kendimize ait olmadığına göre; dünyanın diğer şeyleri nasıl olur da bize ait olur hiç düşündük mü? Derviş Yunus ne güzel özetlemiş: “Malda yalan, mülkte yalan; al birazda sen oyalan! Koca bir oyalanmaktan öte hiçbir mana ifade etmeyen, şu üç günlük dünya hayatının geçici lezzet ve zevkleri uğrunda, ömür sermayesini heba etmekle, ebedi hayatını ihmal etmeye değer mi?
Bizimdir dediğimiz, neyimiz bize ait ki? Alıp verdiğimiz nefesler, yiyip içtiğimiz nimetler, giydiğimiz, barındığımız evler ve mekânlar, kendileriyle ünsiyet bulduğumuz eşler, gözleri okşayan hayvan sürüleri, uçsuz bucaksız tarla ve araziler; bağlar ve bahçeler, yerden fışkıran sular, çeşit çeşit meyve ve sebzeler; “vesile olmasından ve vermiş olduğu emeğinden başka insanın nasıl bir katkısı vardır. Toprağa koyduğumuz ufacık çekirdeğin, toprakla buluştuktan sonra hayat bulmasında, çatlayıp gün yüzüne çıkmasında, cinsine göre meyve veya sebze verip insanın istifadesine sunmasında; insanın her hangi bir dahli var mıdır?
Zira onların her biri, Allah’ın kendileri için irade buyurduğu programa göre vücut bulup şekil ve endam alırlar. İneği, bal arısını, ceylanı, yılanı düşünelim! Aynı yaprağı yiyen bu dört canlıdan birincisinden süt, ikincisinden bal, üçüncüsünden misk ve dördüncüsünden ise zehir meydana gelmektedir… Hani nerde kaldı bizim akıllı (!), bilgili, becerikli ve tecrübeli olan insanın sahipliği, akıllılığı? Yok! Çünkü Kâinatta cereyan eden ve etmekte olan, olup biten olay ve hadiselerden dersler, ibretler alıp; iyi olan tarafta yer alıp, imtihanı lehimize çevirmeye gayret etmektir.
“Her şeyin mülkü/hâkimiyeti elinde bulunan (Allah, eksik sıfatlardan) münezzehtir. Yalnız O’na döndürüleceksiniz.” (Yasin/83) Madem her şeyin mülkü ve hâkimiyeti yüce Allah’ındır, o halde mülk sahibinin hâkimiyetine ait olan şeylerde; insan istediği her şeyi yapma salahiyetine sahip olmadığını bilmeli ve ona göre yaşamalıdır. Yalnız bir şey vardır ki, o da insana verilmiş olan hür iradesi! İradesini, iyi ya da kötü hangi yönde kullanırsa kullansın; onun karşılığını, ahirette görecek/bulacaktır… Hayırlı ve bereketli İftarlar dilerim. 27 Nisan 2020.