PEYGAMBER (ASV)’A BAĞLILIK
Bilindiği gibi, Müslüman olmak için Allah’ın bir olduğuna ve Muhammed (ASV)’ın O’nun Resulü olduğuna inanmak ve bunu dille söylemek gerekir. Akaid kitaplarında Müslümanlığın anahtarı veciz olarak: “Kelime-i Şehadeti kalben tasdik ve dille ikrar etmek” şeklinde ifade edilmiştir. Müslüman olmayı kabul eden kimse, Allah’a ve Resulüne hem kalbiyle, hem diliyle bağlanmış olur. Allah’a inanıp O’nun gönderdiği elçiye inanmamak bizzat Allah’a inanmamak durumundadır.
Hz. Muhammed (ASV) iki yönlü bir elçidir. Bir yönü Allah’tan kullara gelen Allah’ın temsilcisi olmasıdır. Allah’tan aldıklarını kullara bildirir, Allah’ın elçisi olarak, yaptığı ve söylediği her şey Allah adınadır. Diğer yönü ise, Allah’a karşı kulların temsilcisi olmasıdır. Bu yönüyle, kulların dileklerini, ibadetlerini, Allah’tan beklentilerini, O’na iletir. Yüce Allah, bütün mahlûkat adına O’nu huzuruna çağırır, O’nunla görüşür.
Bütün insanlığın bu muhterem elçiye karşı büyük bir bağlılık içinde olmaları gerekir. O’nu kabul etmeyenlerin dahi O’na saygılı olmaları insanlık gereğidir. Herkesin kendi özgür iradesiyle O’na iman etmeye ve O’na bağlanmaya karar vermesi esastır. Tamamen kendini O’nun dışında tutan, inançsız kimselerin dahi O’na saygısızlık etme hakkı yoktur. Bir kimse, başka bir milletin devlet başkanına veya gönülden bağlandıkları liderine “bu benim liderim değil” diyerek saygısızlık etme hakkı olmadığı gibi, Müslümanlığın dışındaki kimse de İslam peygamberine dil uzatamaz, saygısızlık edemez. Eğer “benim ifade özgürlüğü hakkım vardır!” deyip dil uzatsa, peygamber tabilerinin de onlara karşı bazı hakları kabul edilmelidir.
Evet, insanlar özgür doğar ve özgür olmalıdır ancak herkesin ortak olduğu bu dünya hayatında her birinin özgürlüğü, diğerine zarar vermeyecek alanla sınırlıdır.
Resul olarak gönderildiği günden beri kendisini canından daha çok seven ve görülmemiş bir bağlılıkla bağlanan tabileri, gittikçe artmış, her asırda milyonları bulmuştur. Ancak arşa doğru hırlayan köpekler gibi, az da olsa kendisine dil uzatan sapıklar olmuştur. Söz konusu bu sapıklar, gayrimüslim olan kendi milletlerinden dahi destek bulamamışlardır. Bilinmelidir ki, köpekler, yağmur yüklü bulutlara doğru havlamakla zarar veremez, o rahmete engel olamazlar.
Bir bağda, sahibi olan insanlardan başka, karıncalar, çeşitli böcekler, kuşlar, hatta yılan ve akrepler de yaşayabilir. Her biri o bağı sahiplenebilir ama her birinin yaşam alanı farklıdır. Bağ sahibinin gözü gibi baktığı, büyük emek verdiği ağaçlara ve ürünlere zarar vermedikleri sürece, o bağı mesken edinen çeşitli hayvanatın yaşama ve istifade etme hakları vardır. Ancak, bağın sahibinin emeğine ya da çocuklarına zarar veren yılan, akrep gibi muzır hayvanlara müsaade edilmez, oradan tard edilirler.
Yeryüzü bu misaldeki gibi bir bağdır. Asıl sahibi yaratıcı olan Allah’tır. Cennet bahçelerini yetiştirmek ve çeşitli ilahî hikmetlerini icra etmek üzere bağının mülkiyetini ve istifade hakkını gönderdiği elçisi Muhammed (ASV)’a ve O’na tabi olanlara vermiştir. Çünkü Kur’an’da: “Göklerin ve yerin mülkü Allâh'ındır. Dönüş de Allah'adır.” (Nur, 42.) buyurması, bu mülkte ancak Allah’ın kullarının hakkı olduğu, Allah’a kul olmayanların hak sahibi olmadıklarına işaret eder. Zira bir yerin nimetlerinden ancak oranın üyeleri yararlanır.
Rabbini tanımayan ve O’nun elçisine tabi olmayanlar bu bağda iskân edilmiş hayvanat durumundadır. Kimi zararsızdır, hiçbir fazilet elde etmeden yaşar ve ölürler; kimi bağa verilen emeğe ve meyvesine zarar veren ağaç kurtları gibidir; Kimisi de yılan ve akrepler gibi bağ sahibinin adamlarına zarar veren muzır hayvanlardır. Ancak tüm bu hayvanat, zarar vermemek ya da bağ sahibine görünmemek şartıyla bağın çeşitli hallerinden istifade edebilirler, bu bağda yaşayabilirler. Öyleyse hadlerini ve özgürlük alanlarını iyi bilmeleri lazımdır.