AŞIRILIĞIN SONU
Atalarımız, aşırılığın yanlışlığına ve hiç bir sonuç getirmeyeceğine dikkat çekmek için, “Büyük taş, vuramamanın alametidir” demişler. Yani “hedefe atmak için eline ve gücüne uygun bir taş almak gerekir; eline büyük taş alan kimsenin hedefi vuramayacağı ta başından bellidir” demektir.
Ayet ve hadislerde aşırılıktan uzak durmamız emredilmiştir. Günde kırk defa okuduğumuz Fatiha suresinin “Bizi sirat-i mustakim’e hidayet et” ayetinde “sirat-i mustakim” sözüyle “aşırılıktan, her türlü ifrat ve tefritten uzak, orta yol” anlamı kastedildiği müfessirlerce açıklanmıştır. “Kur’an ayetleri birbirini tefsir eder” kuralıdan hareketle, sirat-i mustakim’in orta yol olduğu başka bir ayetten anlaşılmaktadır. “Böylece, sizler insanlara birer şahit (ve örnek) olasınız ve Peygamber de size bir şahit (ve örnek) olsun diye sizi orta bir ümmet yaptık.” ayetinde Müslümanların tutması gereken yolun “orta yol” olduğu açıkça belirtilmiştir. (Bakara, 143.)
Her türlü aşırılıktan uzak orta yol, hayatın bütün alanlarında tutulması gereken yoldur. Ahlakın tüm şubelerinde, duygu ve davranışlarda, insanlarla ilişkilerde, eleştiri ve övgülerde bu orta yola riayet etmek yanlış yapmamak adına Müslümanlar için zorunludur. Bu tutum, “haddini bilmek” şeklinde özetlenmiştir. Dünyada da ahirette de mutlu olmanın anahtarı “sirat-i mustakim” olarak tanımlanan orta yoldur.
Aslında İnsan dışındaki diğer tüm varlıklarda da sirat-i mustakim’in yürürlükte olduğu görülür. Biz insanların uymak zorunda olduğumuz dini kurallar gibi, eşyanın ve diğer canlıların bağlı olduğu yaratılıştan gelen fıtrat kanunları vardır. Her şeyin bir haddi ve bir kıvamı olduğu, her şeyi yaratan Allah tarafından tayin edilmiştir. Bu itibarla her şeyin fıtraten bilinen bir doğal yapısı vardır ki “Eşyanın tabiatı” şeklinde de ifade edilir. Haddi aşan tutum ve davranışlar için kullanılan, “eşyanın tabiatına aykırı” sözü meşhurdur.
Sütün mayalanması ve yoğurta dönüşmesinde hassas bir kıvam olduğu gibi, yumurtanın içinde civcivin yaratılması için de yaratıcı tarafından belirlenen hassas bir kıvamı ve olgunluk derecesi vardır. İfrat veya tefrit, bu muamelenin sonuçsuz kalmasına yol açar. Ağacın, bitkinin filizlenmesinde, çiçeğin olgunlaşmasında da ifrat ve tefritten uzak aynı hassas kıvamın geçerli olduğunu görürüz. Kısacası her ne olursa olsun haddi aşan hiç bir uygulama beklenen sonucu vermez, hatta istenen hedefe oranla çoğu kez felaketle getirir. Ateşle oynayan çocuk, büyük bir yangına sebep olur; çünkü çocuğun haddi ateşle oynamamasıdır. İstiap haddini aşan bir yükleme yapılan kamyon, mutlaka arıza verecektir. Mimarlık ve mühendislik kurallarının tesbit ettiği, kolonların yapısı ve gücüne göre taşıyabileceği ağırlık haddi vardır; bu haddi aşan aşırı ağırlık yüklenmesi binanın çökmesine yol açar.
Bütün varlıklarda olduğu gibi, Cenab-ı Hakk’ın en kıymetli eseri olan insanın da tutum ve davranışlarında, ahlak ve muamelelerinde kendisi için belirlenen haddi aşmaması gerekir; ilahi kurallara en kıvamında riayet etmesi, yani orta yol olan sirat-i mustakim’den ayrılmaması gerekir. Yoksa dikkatsizliğinden dolayı haddi aşarak yangın çıkaran kimse gibi, dünyada huzur ve saygınlığı kaybeder, ahirette de ebedi bir yangın yeri olan Cehennem zindanına düşebilir.
Kur’an-ı Kerim en saygın olarak yaratılan insanın en kötü bir sonla karşılaşmaması için, birçok ayetlerde, “Haddi aşmayın, Allah haddi aşanları sevmez” şeklinde uyarılar yapmaktadır.
Haddi aşmak, aynı zamanda zulümdür. Sanıldığı gibi zulüm, sadece kul hakkını ihlal etmekle ilgili değildir; fıtri kıvamı aşan tüm hususlarda zulüm gerçekleşir. Peygamber (ASV) abdestte dahi haddi aşmanın zulüm olduğunu ifade buyurmuştur.
Bir gün bir bedevî Peygamber (ASV)’a gelerek, “abdest nasıl alınır?” diye sordu. Resulullah (ASV) ona: Abdest organlarını üçer sefer yıkayarak abdestin nasıl alındığını gösterdi ve şöyle buyurdu: “Abdest böylece alınır, kim bu yaptığımdan fazlasını yapmaya kalkarsa günah işlemiş, aşırı gitmiş, zulmetmiş olur.” (Nesai, Taharet, 105, Hadis no: 140.)