ZAMANA ANDOLSUN Kİ; İNSAN HÜSRANDADIR.
“Nedir zaman, nedir?
Bir su mu, kuş mu?
Nedir zaman, nedir?
İniş mi yokuş mu?”
Necip Fazıl Kısakürek
Dönüyor zaman, geçiyor hayat. Ellerimizden kayıyor, bir kuş gibi uçuveriyor, su gibi akıyor zaman ve biz hiçbir şey yapamıyoruz. Günümüzün anlamı yoksa anımızı yaşanılır kılamıyorsak bereketlendiremiyorsak hayatı zaman anlayışımızdaki sakatlıktandır. “Ey insan, vaden dolmuş; fakat sen yalvarıp yakarıp Allah’tan bir gün daha verilmesini istemişsin ve sana o gün verilmiş. İşte şimdi o günün içindesin, o gün ne yapacaksan, her gün onu yap! İmam Gazalinin nasihati ile hayata yaklaşmak olmalıdır tavrımız, bu bilinçle sahih kıldığımız yaklaşımla zamanı anlamlandırabiliriz ancak. Budur; bize vakti hayy’at kılacak olan bakış…
Yazın ortasında, güneşin altında, pazarın orta yerinde; buz satan adamın kaygısını yaşıyoruz her geçen zaman. Bir nidadır dile gelen: ”Sermayesi hızla tükenen şu adama yardım edecek yok mu?” Ve bu nida karşısında, zamanı kavrayan arif adamın bayılarak yere yığılışı gelir akla. Arifin anlayıp, bizim anlayamadığımızdır zaman. “Eriyen ömür sermayesidir.” Geçiyor ömür denen sermaye, tüketiyoruz. Kitaba dokunuyor zaman, zamanın ve mekânın sahibi, zamana yemin ediyor, zamanı dikkatlerimize sunuyor. Zamana andolsun ki; akıp giden, döndürülmesi mümkün olmayan, olamayan zamana andolsun ki; insan zarardadır, ziyandadır, hüsrandadır. Geceye andolsun ki, gündüze andolsun ki, kuşluk vaktine andolsun ki… Andolsun zamanın her anına… Yaşayabildiklerimiz, yaşıyor olduklarımız ve kim bilir yaşayabileceklerimiz. Yaş(l)anıyor hayat. Bazen acı ya da tatlı, bazen hüzün ya da mutluluk. Bazen umut, bazen kapkaranlık umutsuzluğa dönüyor zaman... (Sözü Yola Koymak)
Oysa insan, dünyaya sarılmıştır, dünyayla ebedi bir ilişki içindedir. Sahi ölecek miydi insan? Sonsuza dek yaşayacak mıyız, bize de ulaşacak mı ölüm, hiç ölmeyecek miyiz? Asra yemin olsun ki insan hüsrandadır. Kalbi yaralı hayatlar yaşıyoruz, bükülmüştür beli içinden geçtiğimiz zamanların, boğuşmaları bitmiyor içimizdeki deryaların. Akıp gidiyor bakamıyoruz zamana, canını okuyoruz, zaman canımızı okuyor, Anı yitiriyoruz, zamanının canını yitiriyoruz. Pişmanlıklar, mutluluklar, sevinçler, yaşanmışlıklar, yaşanmamışlıklar; geçiyor zaman tüketiyoruz, tükeniyoruz. Dün ile yarın arasındaki kavgayı yaşıyoruz.
Zaman bir başka zamana dönmeli, mekân başka bir mekân olmalı. Olmuyor, zamanı tüketiyoruz, yitiriyoruz. “Ne çok acı var” dedirten günlerden geçiyoruz. Acının bin bir türlü şeklini yaşıyoruz, çıkış yolları arıyoruz, hep yeniden çırpınma halini yaşıyoruz. Zamanı tüketen insan tükenmektedir, ziyan olmaktadır. Un ufak olmakta zaman, hep bir telaş, hep bir koşturma arasında küçülmekte, küçültmekte insanı. “Geleceği düşünmek bize acı veriyor, geçmiş bizi geri çekiyor, işte o yüzden şimdiki zaman avuçlarımızdan kayıp gidiyor.”
Her şey bir zaman içinde oluyor. Biz zaman içinde ‘ol’uyoruz ve ya ölüyoruz. ‘Ol’durmak ve öldürmek arasında yaşanıyor zaman. ‘Ol’durduğumuz oranda ölmekten uzaklaşıyoruz, öldürmekten uzaklaştırıyoruz zamanı. Tüketiyorsak zamanı, zamanı öldürülen bir hale getiriyorsak, zamanı öldürüyorsak, zamanla ölüyoruzdur…
“Zaman ne olur dur biraz.” Durmuyor zaman, geçiyor kayıyor avuçlarımızdan, zaman hüsrana uğratıyor bizi. Kurtuluş mu? Zamanın ve mekânın sahibi, zamana yemin ediyor. “Andolsun zamana ki, insan gerçekten hüsrandadır, zarardadır, ziyandadır içindedir. Ancak, iman a erip, doğru ve yararlı işler (salih amel) yapanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler, birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka .” Evet, tüm yaşanmışlıklarıyla bir yıl geride kalıyor. Yeni yılın bizleri hüsranda olmayanlardan kılması temennilerimizle…