AKIL VE ZEKÂ
Akıl Arapça kökenli bir kelimedir. Her Arapça kelime gibi bunun da deve ile ilişkisi vardır. Eski Arapçada çiftleşme döneminde ağzından salya akıtarak sağa sola saldıran gözü dönmüş deveyi durdurmak ve zapt etmek için arka ayağı çapraz öne ayağa bağlamakta kullanılan bir çeşit halka şeklindeki bukağı için kullanılmıştır. Zamanla değişime uğrayarak nefsanî hevesleri kışkırtan duyguları frenleyen ve nefse gem vuran anlamında bir kavrama dönüşmüştür. Bu itibarla akıl, çeşitli sebeplerle zenginlik, makam, kibir ve enaniyet gibi kışkırtıcı etkenlerle kişiyi başkasının hakkına saldırtan nefsi durudan hayırhah bir unsur olarak işlevini icra etmektedir.
Matematikte kolayca kavrayıp problem çözebilmek, sınavlarda büyük başarı gösterip çok puan almak, akıllılık değil, zekiliktir.
Çok deli var ki zekidir ama akıllı değildir.
Akıllılık erdemli olmayı gerektirir. Akıllı olan kışkırtmalara kapılmaz, ileriyi görür, tehlikelerden uzak durur, polis gerektiren ve başkalarının çeşitli ideolojiler ve çıkarlar uğruna yönettiği eylemlere kapılmaz.
Akıllı olan haksızların güruhuna katılmaz. Akıllı olan, cehennem ehli olmaz. Kur’an-ı Kerim, Cehenneme götürülecek olan grupların, hayıflanarak şöyle diyeceklerini haber vermiştir:
“Yine şöyle derler: ‘Eğer kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, şu alevli ateş halkından olmazdık.’” (Mülk, 10) Demek ki akıl, Allah’ın dinine uymayı salık verir. Dinin menettiğiCehenneme götüren iş ve işlemler, akl-ı selim tarafından da reddedilir. O yüzden gerçekten aklını kullanan ve ona uyan, Cehennem ehli olmaz.
Akıl zamanla yaşlara göre olgunlaşır. 40 yaşında olgunluğun doruk noktasına varır. Oysa zekâ, çocukta da gençte de yüksek olabilir. Ama gençlik deliliğin bir şubesidir. Hayvanlarda bile zekâ vardır ama akıl yoktur. Hatta 20 yaşındaki bir genç, 40 yaşındaki akıllıdan daha zeki olabilir ama daha akıllı olamaz.
Akıl ile zekâ arasındaki temel fark şudur: Zekâ çabuk kavrama yeteneğidir. Akıl ise gerçeğe yönelik doğru düşünmek ve hakkı bulmaktır. Einstein’ın,“Akıl, sorunu gerçekleşmeden çözer, zekâ ise gerçekleştikten sonra.”Sözü bu konuda manidardır. Akılda iman ve erdem de vardır. Bu itibarla hırsız zekidir ama akıllı değildir. Çünkü akıl erdemli olmayı emreder.
Bir akıllı diğer bir akıllılardan faydalanabilir ama diğer insanlardan zekâ elde edilemez.
“Herkes kendi aklını beğenir” derler. Çünkü akıl nefisle perdelendiği için benlik etkisinin altına girebilir.
Aklın en mühim yardımcısı ve danışmanı vicdandır.Sözlük anlamı “bulmak” olan vicdan, aklın bulamadığı veya bulmakta zorlandığı hükmü bulup akla bildirir. Bu nedenle bu isimle ifade edilmektedir. Vicdan, eğer nefis ve şeytanın etkisiyle işlevsiz bırakılmamış ya da kabuk bağlamamışsaadaletle hükmeder. Allah’ın “Adl” isminin tecellisi olarak faaliyet gösterir. Hakkaniyet isteyen fıtri bir duygu durumundadır. Ancak inanç veya inanç haline gelmiş olan ideolojilerin etkisi altındaki vicdan, çoğu kez bağlı olduğu inancın etkisi altında hüküm verir.
Bilgileri asıl maksadıyla anlamak da akılla olur. Aklın hayal, tasavvur, idrak gibi unsurları vardır. Duyu organlarıyla algılanan bilgiler, önce mana halinde hayale gelir, orada çeşitli yönlerden incelendikten sonra resim giydirilmek üzere “tasavvur”’a gönderilir. Soyut bilgi anlaşılmak için burada resimlenir, yani somutlaştırılır. Böylece idrak yani anlama gerçekleşir.Elbette zekâ da anlamada etkindir ama zekânın anlayışı yüzeyseldir; sırlarına ve asıl maksadına yönelik olmaz, deruni değildir.