ŞAHİT MİSİNİZ?
Sanık mısınız ya da yargıç mısınız, yoksa şahit misiniz? Kelime-i şehadet bizim için ne ifade ediyor? İslam’ın ilk ve en temel şartı şehadetle ne diyoruz, neye talip oluyoruz, nasıl bir sorumluluk yükleniyoruz?Kelime-i Şehadetle şahitlik ediyoruz. Bir Müslüman olarak kelime-i şehadet; şahitlik beyanımızdır. Bir var oluş beyanıdır, bir tanıma, bilme, tanık, olma ve inanma beyanıdır.
Gelin isterseniz meseleyi daha iyi anlayabilmek için birlikte şahitlik kelimesi üzerinden bir yolculuk yapalım. Nedir şahitlik; sözlüklere baktığımızda, tanık olmak, tanımak, görmek, gözetlemek, anlamak, müşahede etmek, duyurmak, çağırmak, haber vermek. Anahtar kelime tanık olmak, tanık olmak için tanımak gerekiyor, tanımak için bilmekten öte tanışmak gerekiyor, yakın olmak gerekiyor. Bilmekten, görmekten öteye geçerek; anlamak, müşahede etmek ve inanmak gerekiyor.
“Eşhedü” ile başlayarak ben diyoruz, ben şahitlik ediyorum. Demek ki şehadet için öncelikle bir ben gerekiyor. “Ben”; “Hu”ya şahitlik edecek ama önce ben olarak kim olduğumuzun, kimliğimizin farkına varmamız gerekiyor. Şehadet getirirken şehadet parmağımızla esasen Cenabı Hakka kimlik ibrazında bulunuyoruz. Zira parmak izi her insanın kendi kimliğini ortaya koyar. O yüzden şahitlikle; ilk evvel kendi kimliğimize şahitlik ediyoruz. “Ben kimim” sorusuna, verebileceğimiz cevabımızın olduğunu, bu cevabı bildiğimizi, anladığımızı ortaya koyuyoruz. Bizim şahitliğimiz önce kendimize, sonra insana ve doğaya, geceye, yıldızlara ve zamanadır.
Dağların ve taşların yüklenemediğiemaneti yüklenerek neye talip olduğumuzun bilincinde olduğumuzu ifade ediyoruz şehadetle. Sonra bize emaneti yükleyen, bizi yeryüzünü imarla görevlendirerek halife kılan Allah’a ve onun insanlığa örnek olarak kulu ve Resulüne şahitlik ediyoruz.
Şahitlikle varlığımızı tescil ediyoruz, şahitlik ederek varlıktan varoluşa geçiyoruz. Ben varım diyoruz ve varlığımızı mutlak varın huzurunda hazır ve nazır kılarak huzur makamına varıyoruz. Biliyor ve anlıyoruz ki mutlak varlığa adanmayan varlık yokluktan öte bir anlam ifade etmeyecektir. Bizim bu şahitliğimizdir ancak Rabbimizi bize şahit kılacak. Zira bilirsek ve anlarsak dahası yaşarsak “şahit” olarak Allah yeter. O şahit olarak bize şahdamarımızdan daha yakındır, açık ve gizli, görünen ve görünmeyen, bilinen ve bilinmeyen, kalpteki ve akıldaki her şeye tanıktır ve görür. An be an bize yakın ve bizi izleyen Allah’ın farkındaysak şahit olduğumuzu ifade edebiliriz. İşte o zaman; “Rabbimiz biz indirdiğine inandık ve Resule uyduk bizi şahitlerle yaz” diyebiliriz. Değilse bizim şahit olamadığımıza; elimiz, gözümüz, kulağımız, yer ve gök ve her şey şahitlik edecektir.
Şahit olmak demek; var olmak demektir. Varlığından başlayarak, en yüce Var'ın huzurunda hazırda olmak, hakikate tanıklık edip, “amentü”nün bedeline talip olmak demektir... Âlemdeki kendini, kendindeki âlemi bilerek ve tanıyarak ve yakın olarak şehadetle Allah'ın şahitliğine teslim olabilmektir...
Unutmayalım ki; şahit değilsek payımıza düşen yalancı şahitlik olacaktır. Evet, biz sanık ya da yargıç değiliz, ancak ve ancak şahidiz. Birbirimizi yargılamaktan vazgeçmek durumundayız, kendimizi sanık ya da mahkûm ya da yargıç olarak görüp önümüze geleni eleştirmekten, hüküm vermekten, asıp kesmekten, yargılamaktan vazgeçmek durumundayız. Birbirimize Allah’ın soracağı soruları sorarak ve bu sorular üzerinden kendimizi yargıç karşımızdakini sanık sandalyesine oturtan tavrımızla şahitliğimize halel getirdiğimizi fark etmek durumundayız. Bu tavrın hem insan olarak hem de Müslüman olarak bizi birbirimizden uzaklaştırdığını anlamalıyız. Bunun yerine birbirimize insanın insana sorması gereken ve insanı insana umut kılacak, hemdert kılacak, hemhal kılacak sorular sormanın önemine varmalıyız.
Yazımızın başında sormuş olduğumuz soruyu her birimiz kendimize yeniden sorarak yazımızı sonlandırırken tefekkür ikliminde buluşalım. Sanık mıyız, yargıç mıyız? Yoksa şahit miyiz?