GÜRÜLTÜ
Bundan kırk yıl kadar önce kamuya ait mekânların duvarlarında, “Yüksek sesle konuşmak yasaktır” levhaları asılırdı. Bunun dışında rahatsız edici bir gürültü yoktu. Kuş cıvıltıları, at kişnemeleri, hayvan, böcek sesleri ve rüzgârın ekinlere ve ağaçlara çarparak çıkardığı ses gibi doğal sesler vardı, bundan da kimse rahatsız olmazdı. Hatta bunlar dinlendiriciydi. En rahatsız edici olan, gürültülü bir şekilde yüksek sesle konuşan insanların sesleriydi. O zamanlar insanların çoğu yüksek sele konuşur, bir gürültü oluşur, işini yapmaya çalışanlar bundan rahatsız olurdu.
O zamanın üzerinden yıllar geçti. Bu gün stres başta olmak üzere ruhsal ve bedensel hastalıklara yol açan çeşitli gürültülerle karşı karşıya kaldık. Öyle bir gürültü kirliliği kafamızda zonkluyor ki, artık doğal sesleri ve hayvan seslerini duyamıyoruz. Elektronik sesler, araba, motor, makine, inşaat, hoparlör gibi ses yükselticilerin gürültüleri karşısında çoğu zaman ne yapacağımızı şaşırmış durumdayız. Resmi dairelerde yüksek sesle konuşan saf, temiz ve iyi niyetli insanların seslerini özlüyoruz. Artık “yüksek sesle konuşmayın!” diye yazmıyorlar ama herkes var gücüyle gürültü çıkarmaya devam ediyor.
Sanki birbirlerini rahatsız etmede insanlar yarışıyor. Oysa müminlere “Hayırda yarışmak” emredilmiştir. Yakın çevre, konu-komşu, toplumsal ilişkilerde nezaket, saygı, kibarlık, gibi Peygamberimizden (ASV) kalan güzel ahlakın güzellikleri galiba eskilerde kaldı. Sokaklarda, parklarda, binalarda hatta kırlarda günah izleri olan cam şişe kırıkları gibi gürültü kirliliği de insanların yaşadığı her yerde yaygınlaşmaya başladı. Bu gürültünün altında yaşamak zorunda kalmak nezih ruhlar için büyük bir tazyiktir. “Müslüman, dilinden ve elinden diğer Müslümanların güvende olduğu kimsedir.” Diyen, yoldan eziyeti kaldırmayı imandan sayan dinimiz, kimsenin kimseyi hiçbir şekilde rahatsız etmediği, herkesin birbirlerinin haklarına saygılı olduğu bir hayatı öncelikli hedefine koymuştur. Müslümanların büyük ölüde bu konuda yeterli bir duyarlılık göstermediklerini üzülerek görüyoruz.
Toplumda saygı ve nezaket azaldıkça gürültü o oranda artıyor. Sokaklardan yükselen seslerin rahatsızlığına, evlerden, komşulardan yayılan gürültü eklendi.
Geçen gün bir sınıfta derste iken, sınıf penceresinin önündeki sokakta park etmiş olan bir arabadan kulakları tırmalayan çok yüksek derecede korna sesi yükseldi. O sınıfta iki saat süren dersimiz boyunca kısa aralıklarla korna gürültüsü devam etti. Pandemi kuralları nedeniyle pencereyi de kapatamadık. Tek başına arabada bırakılmış bir çocuktu, ailesi onu eğlenmesi için arabaya koymuş o da kornayı keşfetmiş durmadan basıp çalıyordu. Sesi duydukça keyifleniyor, bir daha, bir daha basıyordu. Tabii çocuk için bu bir eğlenceydi ama verdiği rahatsızlık hem öğrencilerin, hem dersin huzurunu kaçırdı. Esasen bu rahatsızlığa sebep olan çocuk değil, onun düşüncesiz anne ve babasıydı. Çünkü çocuk bunun farkında değildi ama anne ve babası insanların bu gürültüden rahatsız olacaklarını düşünmeleri gerekirken buna aldırmıyorlardı. Asıl rahatsızlık veren onların bu düşüncesiz tutumuydu.
Şehirler büyüdükçe gürültü sorunu da büyüyor. İnsan psikolojisini etkileyen ve çeşitli sağlık sorunlarına yol açan bir kirliliktir. Bazı meslekler gürültüyü kaldıramaz. Özellikle okulların bulunduğu yerlerde gürültü olmamalıdır. Öğrenci ve öğretmenlerin derse konsantre olmalarını engelleyen en büyük etken gürültü kirliliğidir. Sessiz bir ortam, verimli ve faydalı ders için zorunludur. Bu nedenle okulların şehir gürültüsünden uzak mekânlarda bulunması gerekir. Ancak her yıl inşa edilen okul binalarının azımsanmayacak sayıda olmasına rağmen sürekli artan öğrenci nüfusuna karşı yetersiz kaldığı ülkemizde bu, mümkün görünmüyor.
Araba, satıcı, düğün ve müzik gürültüleri artık ses bombalarıyla, güçlendirilmiş hoparlörlerle yapılmaktadır. Eskiciler bile yüksek ses cihazlarını kullanıyorlar. Minarelerden ezanlar dışında sık sık yükselen anonslar, salâlar, kaside ve gazeller de sokakları inletme yarışında yerlerini almış durumdadır.
de bu gürültüleri “demokratik hak” olarak düşünenler var. Saygı ve nezaketin olmadığı, kabalığın kol gezdiği yerde demokratik hak büyük haksızlıklara sebep olur. Her gün her saat güçlendirilmiş hoparlörlerle sokakları çınlatmak, ortalığı velveleye vermek hak olmaktan çok benim gibi sükûnete muhtaç kimselere haksızlıktır. Sokak ve cadde gürültüleri tahammül sınırını zorluyor. Unutulmamalıdır ki, evlerin çoğunda sıkıntı yaşayan yaşlılar, hastalar, mizacı gereği gürültüyü kaldıramayan insanlar, sükûnet gereken çocuklar var. En azından bunlara saygı gösterilmesi gerektiğini düşünüyorum.