NEYİ KAYBETTİK, EKSİK NE?
İnsanın bir fıtratı vardır. Bu fıtrat; olumlu ve olumsuz özellikler barındırır. Bu özellikler; insanın sınanma süreciyle ilgili özelliklerdir. Kuran, bu özelliklerden bahseder ama yine de insan eşref-i mahlukkattır:
“Andolsun biz Âdemoğluna şan, şeref ve nimetler verdik; onları karada ve denizde taşıdık, kendilerine güzel güzel rızıklar verdik ve onları yarattıklarımızın çoğundan üstün kıldık.” İsra:70
İnsan Suresi’ nin ikinci ayetine bakalım: “imtihan edelim diye onu işitir ve görür kıldık.” Yine Müzzemmil Suresi 5. Ayet oldukça çarpıcıdır. Üçüncü Surede yer alan bu ayette geçen söz/vahy nin muhtemelen topyekûn bir programa/İslam’ ın tamamına işaret ettiği söylenebilir ve bu sürecin ağırlığı daha başlangıçta belirtiliyor:
“Doğrusu biz sana, taşınması zor bir söz vahyedeceğiz.”
Alak Suresi’ nin 6 ve 7. Ayetleri: “Hayır! Gerçek şu ki insan, kendini kendine yeterli gördüğü için çizgiyi aşar.” (Birçok meal ‘çizgiyi aşar’ ifadesini ‘azar’ şeklinde verir.
İnsanın olumlu ve olumsuz özellikleriyle ilgili birçok ifade var ama bu yazının formatı buna uygun değil.
***
Temel taşların, Kitabın, Allah’ ın, insanın, İblis’ in, iyinin, kötünün… ilk sahneleri bu ve benzeri ayetlerle dile getiriliyor adeta. Kıssalar da buna eşlik ediyor. Adem’ in yaratılışı ve İblis’ in tavrı, Adem’ ve Havva’ nın Şeytan’ ın tuzağına düşmesi, kovulması ve Kıyamet gününe dek devam edecek sürecin belirlenmesi/belirtilmesi, Kabil’ in Habil’ i öldürmesi…
Tarih anlatılarında ise toplum olarak geçirilen süreçlerden de söz ediliyor. Nuh Tufanı bir dönüm noktasıdır. Genel anlamda her peygamber ve mücadelesi; tarihi, sosyolojik, hukuksal, siyasal ve daha birçok özellik taşır. İşin temelinde ise kul/yaratılmış ile Allah ilişkisinin nasıl olacağı vardır. İnsanın insanla, Allah’ la, doğayla, eşyayla tüm ilişkileri ve yaşantısının ana hedefi; bunun, bu program çerçevesinde yürütülmesidir.
Kıssalarda; yol ve yoldan çıkmanın mahiyeti, yoldan çıkan toplumların başına gelenler anlatılır. Yeryüzünde bozgun ve düzenin adeta dönüşümlü olarak hep devam ettiği gibi bir resim ortaya çıkar.
Tarih, dikey bir hareketten ziyade dairesel bir döngü şeklinde akar. İbn-i Haldun' un tarihin tekerrür etmesiyle ilgili belirttiği kural Kıssalarda gözler önüne serilir.
Eğer insan, tümden dikey bir tarihi süreç yaşasaydı; şimdiye kadar çok gelişmiş olacak ve huzurlu bir dünyada yaşıyor olacaktı. Ama insan, ne yazık ki; daha çok olumsuz yönüyle sahnede olagelmiştir ve daha ilk yaratılacağı zaman meleklerin sorduğu soru bu bağlamda dikkate değerdir.
***
Bu anlatımın amacı; iyinin de kötünün de geçmişinin aynı olduğu ve kötü hep vardı ve var olacak diye tepkisiz kalınabilir, kanıksanabilir, gibi bir anlayışın tutarsızlığına ve bu konforu bozmamak adına; adet haline getirilmiş durumun İslam’ ın yetersizliğinden kaynaklandığı algısı işlenerek savunulmaya çalışılmasına itiraz etmektir.
Dinimizi güncellememiz gerekir şeklindeki retoriğin sakat tarafları, nasıl da körü körüne bir çözüm olarak savunuluyor. Bunun yanlışlığı ortadır. Oysa sorunumuz; dinimizin güncelliği değil; onu, doğru anlamaya çalışmak için kendimizi düzeltmeye yanaşmamamız ve bir takım yanlışları din olarak adlandırmamızdır.
Bu bağlamda gündemleşen konuların ana başlığı aynıdır. Batı; sistemini kurdu, gelişti; biz ise din dışında ya da dini güncelleyerek huzura ve başarıya ulaşabiliriz, gelişebiliriz. Kimileri ise daha yumuşak bir tarzda; dini anlayışımızı (ırkçı, mezhepçi, tekçi, tarihi kin ve hastalıklar, problemli hissiyatlar, batıni, tasavvufi, rivayetçi, hikayeci, rüyacı hurafeler, güçten yana/ilkesiz/konjonktürel/fırsatçı/ihanetçi/ahlak dışı politik eylem ve söylemleri içeren bir tavrı din bilmek veya dini böyle kabul etmek) değiştirmeliyiz, revize etmeliyiz şeklinde ifade eder bunu. Bu ise daha ustacadır ve masum görünümlüdür. Parantez içindekilerin değişmesi gerektiği anlaşılırdır ancak bu anlayış, dinin güncellenmesi gerektiği sonucuna götürmez, götürmemeli de. Burada sorun; dini, böyle kendilerine/çıkarlarına uygun bir şekilde yorumlayanlar ve istismar edenler ile onların bu kirli yaklaşımlarıdır.
***
Yanlış yere bakıyoruz ve sağlıklı bir teşhis yapamıyoruz.
Batı' nın geçirdiği tarihi süreçler farklıdır: Kilisenin misyonu, derebeylikten sanayi devrimine geçiş süreçleri, Rönesans ve Reform retorikleri vs tüm bunlardan ve yıkımlardan sonra; durulmaya ve savaşmadan düzenlerini sürdürmek için yeni bir evreye geçmeleri kutsanacak bir durum niteliği taşımamaktadır. Batı, bir erdeme, bir adalete ve merhamete ulaşmış değil. Sadece kendi savaşlarını bizim üzerimizden ve bizim ellerimizle yürütmeye; dünyayı sömürmeye, talan etmeye davam etmektedir. Kuran’ dan daha büyük bir şeref var da –haşa- batı, bunu mu keşfetmiş? Dolayısıyla içinde bulunduğumuz durumun çözümü; kendi gerçekliğimizle ilgilidir ve burada bizim için ise sorun değil; çözüm olan dindir.
Kendimize gelecek olursak; İslam toplumları olarak ne durumdayız?
Bu dünyada bulunma hedefimiz, aidiyetlerimiz bu aidiyetlerin gerektirdiği şekilde kainata, dünyaya, insana, diğer toplumlara, dine, geleneğe, siyasete, doğaya bakışımız nasıl olmalı?
Yönetim tarzımız neye göre olmalı, neyi referans ve meşru dayanak olarak almalıyız? Bizim için hükmün/egemenliğin kaynağı kim olmalı? Seküler sistemler içinde siyaset yapmanın İslam toplumlarına artı ve eksileri nelerdir?
Seküler bir etik, kuşatıcı olmayan bir hukuk ve siyaset bizi bir yere götürür mü?
Her şeyden önemlisi; şimdi konuştuğumuz bu sorun da dahil olmak üzere; kendi gündemimizi, ne oranda kendi irademizle belirleyebiliyoruz?
Bu soruların hepsinin kapsamlı analizleri hak ettiğinin farkında olarak şunu belirtmek isterim. Her toplum gibi bizim de zaman zaman kendimize dönük bir değerlendirme yapmamız doğaldır. Özgür bir toplum isek ve özgür zihinlere sahip isek; gürültü patırtı yapmadan zaten bunu yaparız ama kendimizi hiç sayıp, hiç olarak görüp; değersiz olanı baş tacı yapıp; yoldan çıkmamızı öneren gündemlerle değil.
Ahlaklı, erdemli, adaletli davranmak; hırsızlık, haksızlık, hukuksuzluk, zalimlik yapma/ma/kla dinin güncellenmesi arasında bir ilişki yoktur.
Bir toplum hangi dine mensup olursa olsun veya hiçbir dine mensup olmasa da; kendi fıtratını ön plana çıkararak; iyi olan yönde tercihler yapabilir; iyi davranışları sürekli hale getirebilir. Haksızlık ve hırsızlıktan kaçınabilir; doğaya ve başkalarının haklarına karşı, empati yaparak sağlıklı yaklaşımlar geliştirebilir. Aynı şekilde bir toplum da iyiden yana tercih yapmaya, yola gelmeye yanaşmıyorsa; hiçbir ilke/değer/din onu değiştirmeyebilir. Öncelikli olan; insanın kendini iyiye açmasıdır.
***
Allah adına yönetiriz, Allah'ın hükmü ile yönetiriz, Allah adına muhalefet/itiraz ederiz; yanlışa sessiz kalmayız. Hz Ömer’ e yapılan tarzda sorgulamayı yapmanın bir haysiyet meselesi ve dinin gereği olduğunu biliriz. Dini, böyle biliriz. Dini; zalim kim olursa olsun; ona karşı ve mazlum kim olursa olsun; ondan yana olmak olarak biliriz.
İslam toplumları tekrar eminlik vasfına geri dönmenin yollarını aramalıdır. Zira eminliğimizi, basiretimizi ve samimiyetimizi kaybettik. İtiraz kültürünü yeşertmelidir. Kendi bölgemiz başta olmak üzere İslam toplumları ve mazlumlarla; zulme ve küresel sömürü sistemine karşı koyan bir çizgide olmalıyız.
Son sözü, Cevdet IŞIK’ ın HAYATA DÖNÜŞ-3 – yazısından bir pasajla tamamlayalım:
Vahyin insan için olduğu neden unutulur?
Buradaki insan tabirinin altını çizmek gerekir. Çünkü vahiy bütün insanlar için nazil olmuştur. Bu demektir ki, her insan bizatihi kendisi vahiyle muhatap olmak zorundadır. Fakat geçmişte ve günümüzde vahyin tekel altına alınmasının oluşturduğu sorunlar yüzünden, vahyin mesajından uzaklaşıldığını üzülerek görmekteyiz.
İnsan genelinden Müslüman özeline dönerek şunu söyleyelim:
Müslüman olmak demek bizatihi vahyin mesajıyla muhatap olmak demektir.
Vahiyle birlikte çizilmiş sınırları kabul etmek demektir. Fakat durum bundan ibaret görünmüyor. Neden acaba? Çünkü vahyi tekelleştirenler insanı da birer nesne olarak görüp ipotek altına almayı başarmışlardır. Onun için de Müslüman hayata dönüş yapamıyor. Müslümanın hayata dönüşü ancak vahye muhatap olmasıyla mümkün olacaktır.
Yapılacak olan şey bellidir: Müslüman önce vahyi anlamak için zihnini ve gönlünü açmalıdır. Kur’an’ın, Peygamber’in, Müslümanların ve diğer insanların hayat yürüyüşünü çok ciddi olarak okumalıdır. Her Müslüman kendi hayat yürüyüşünü yapmalıdır. Bu ne anlama geliyor? Şu anlama geliyor:
Bugün Müslümanlar kendi hayat yürüyüşlerini değil, başkalarının hayat yürüyüşünü yapmaktadır.
Bunu görmeden, anlamadan hayata dönüş yapmak da mümkün olmayacaktır. Müslümanın hayata dönüş olgusu, vahye dönüş olgusu ile aynı anlama gelmektedir.”