KARANLIĞA ALIŞMA HASTALIĞI
Karanlığa alışanlar, uzakta da gördükleri her ışığı aleyhlerinde sanırlar. Hâlbuki karanlık, her sıkışmanın ve tıkanmanın çıkmazıdır; hele insanım diyen varlık için öldürücü bir tuzaktır.
Yaşadığımız modern asırda, tuzakların isimlerini de değiştirdiler; yaldızlı kılıflar çektiler yüzeylerine ve cazibesine kandırdıklarını içine düşürdüler. İnsanların idrakini ve idealini kirleten ideolojilerin bir ab-ı hayat gibi sunulmaya çalışıldığı günümüzde, teslimiyetçi olarak yakasını kaptıran herkes; modern hurafelerin karanlığına âşık birer müridi oluverirler.
Artık onlar için, eleştirmek, yorum yapmak, sorgulamak diye bir dertleri davaları kalmaz; çünkü akıllarını başkalarına kiraya verenlerin içine düştükleri girdap ve dalalet karanlığın çıkmazıdır. Karanlığa alışan fert ve toplumlar, aydınlığı sevmez/sevemezler. Zira onlar yarasalar gibi aydınlıktan ürken, fakat karanlıkta ortalığa çıkıp arz-ı endam etmeyi sevenlerdir. Aydın geçinen karanlığa aşık olan zavallı pusulasızlar.
Bu gibiler, halktan kopuk yaşamayı sever, midelerine düşkün, şehvete müptela; günü kurtarmanın derdine düşen çakma aydınlardır. Onların, toplumun huzur ve refahı diye bir gayeleri yoktur. Halka daima tepeden bakmayı, dudak büküp istihza etmekten zevk alan akıl fikir yoksunu zavallılardır.
Dünyadaki yoksul, aç ve evsizlerin içinde bulundukları acı tablo, onları hiç mi hiç üzmez; vicdanlarını bile sızlatmamaktadır. Çünkü onlar, vicdanlarını cüzdanlarına hapsetmekten zevk alırlar. Gah sağcı, gah solcu, gah devrimci ve kurtarıcı ((!) Diye piyasaya çıkıp nutuk atıp sonra da ortalıktan kaybolurlar.
Karanlığı meslek haline getiren zavallı batı hayranı, aydın geçinen, aydınlıktan haberi olmayan ve kibrin resmini sermaye edenler... Hâlbuki tüm sermayeleri, okumuş oldukları birkaç batı klasiği; roman ve ithal fikir ve düşüncelerdir. Kendilerini dev aynasında görür, başka bilen kabul etmez; onların fikir ve düşüncelerinde olmayan herkesi gerici ve yobaz diye karalarlar.
İnsanlık tarihi boyunca, söz konusu tipler var olmuş, makam ve mevki sahiplerine kuyruk sallamış; onların kırıntılarıyla geçinmeyi meslek haline getirmişlerdir. Papağanlar gibi öter, zalim ve zorbaların meddahlığını yaparlar. Garip gurebayla yan yana gelmeyi, kendileri için zül kabul ederler. Onlara göre, geri kalmışlığımızın tek sebebi; batıdan kopuk yaşamamızdır.
Zavallı aydın (!)! Nerden bilsin ki, hayranı olduğu batı daha on dokuzuncu asrın sonlarına kadar tenekelere pisliklerini doldurup; tuvalet diye bir şeyin varlığından bile haberleri olmayan ilkel bir dünyaydı. Banyo yapmasını bilmeyen bir batı, kötü kokmasınlar diye parfümü icat ettiler. Gusülmüş abdestmiş ne gezer!
İşte batı hayranı bizim(!) Karanlık aydın ve entelektüel sınıfımız. Güya bunlar, batıyı taklit ettikleri oranda medenî (!) Olacak, belki de onların eteğine tutunup aya bile gideceklerdi fakat nafile. Tüm çaba ve gayretleri boşa çıktı, hayalleri dümen suyunda kayboldu. Şimdi bir avuç sahte kahramanların hayat hikâyelerini yazıp medet umar hale geldiler. Bir kısmının adı sanı bile kalmadı, çoğunun son durağı; ya huzur evleri ya da parkların kaldırımları oldu, tabi onu da bulabildilerse.
Meselâ Ziya Gökalp a göre münevverin (yani aydının) iki vasfı var:
1-Yüksek tahsil görmek,
2- Halktan kopmak. (Cemil Meriç mağaradakiler) Zavallım! Hangi tahsil ki bu, sahibini toplumdan yani halktan koparıyor? Her Tefekkür ehline fikir adamı demek ne kadar doğru? Her tahsil görene münevver denilir mi? Gerçek mütefekkir ve münevver: "Hak ve hakikatin izini takip edip; toplumla iç içe yaşamayı, başkalarının derdini dert edinmeyi, ağlayanlar varken gülmeyi kendine noksanlık ve zillet addetmeyi görev bilendir. Kalın Sağlıcakla Efendim…