CAMİLERİMİZ

İnsan, yüzeysel olarak dış dünyayı seyreden cismani gözlere sahip olduğu gibi iç âleminde olayların ve varlıkların iç dünyasına bakan manevi gözlere de sahip kılınmıştır. Manevi gözler, “merak” duygusundan gelen ilgi, dikkat ve önemseme oranında bakar; merakın “önemsiz” olarak değerlendirdiği varlıklardan bakışını keser. Manevi gözler de maddi gözler gibi yalnızca bir şeye, bir noktaya bakabilir, aynı anda birkaç noktaya bakamaz. İki göz bir şeye bakar; her bir göz ayrı yere baksa göremez. Manevi gözler de iki ayrı şeyi bir anda önemli göremez, dikkatini ikisine de eşit olarak veremez. Bir şeyin kabuğuna verilen önem ile içine verilen önem birbirleriyle ters orantılıdır. Bu nedenle bir şeyin dışına, kabuğuna çok önem veren kimse, onun içine aynı ölçüde önem veremez. Elbiseye çok fazla önem vermek, o elbisenin sahibine önem vermemeye sebep olur. “Önemsemek” amaca yönelik olmalıdır. Aklın gereği budur. Aracı çok önemseyen amaca önem vermez. Amacı iç kısmına ulaşmak olan bir şeyin yüzeyine verilen önem, amacına ulaştırdığı oranda önemlidir. Örneğin bir cevizden amaç onun içidir; cevizin kabuğuyla uğraşmak içine ulaşmak içindir. Bu bakış meselesi, dinin önemli kurumları olan camiler için de geçerlidir. Camiler, cemaat ve ibadet için bir kabuk durumundadır. Camilerin yapılış amacı, içinde ibadet eden ve Allah’ın dinine hizmet eden bir cemaatin bulunmasıdır. Bunun için kutsal kabul edilmiştir. Yoksa diğer yapılardan farksız olur. Yani camiye verilen önem bu amaç içindir. Eğer bu amaca yönelik değil de yalnızca yüzeysel süslemeye, taş ve binasına önem verilse, cemaatine ve ibadetine önem verilmemiş olur. Peygamber (ASV) zamanındaki camilerle günümüz camileri arasındaki temel fark budur. Kur’an-ı Kerim camilerin “takva” temeline dikkat çekerek, “Ta ilk gününden temeli takva üzerine kurulan mescit, elbette içinde namaza durmana daha layıktır. Onun içerisinde temizlenmeyi seven kişiler vardır.” (Tevbe 108) ayetiyle camilerin yapılış amacına işaret etmektedir. Asr-ı Saadetten sonraki dönemlerde camilere verilen önemin seyri gittikçe değişti. Camilerin içindeki cemaatten çok, duvar ve kubbelerinin süslenmesine, görkemli avizeler takılmasına, minarelerin arttırılmasına önem verilmeye başlandı. Unutulmamalıdır ki müminlerin manevi değeri yüksek olmadıkça, minarelerin yükseltilmesi ve geceleri sabaha kadar ışıklandırılması abesle uğraşmaktan ibaret kalır. Kur’an-ı Kerim yüksek kuleler yapan Âd kavminin bu anlamsız uğraşını şöyle bildirmektedir: “Siz her yüksek yere bir alamet bina yapıp boş şeylerle eğleniyor musunuz?” (Şuara,128) Camilerin imar edilmesinde sadece maddi zenginliğin yetmediğini, başka vasıfları da haiz olmak gerektiğini yine Kur’an-ı Kerim haber vermektedir: “Allah’ın mescitlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inanan, namazı dosdoğru kılan, zekâtı veren ve Allah’tan başkasından korkmayan kimseler imar ederler. İşte hidayet üzere oldukları umulanlar bunlardır.” (Tevbe 18) Camiler, müminlerin toplandığı kutsal mekânlar olduğu için, oraya gidenlerin en güzel elbise ve takılarını takınarak gitmeleri gerekir. “Ey Âdem’in evlatları! Her camiye gidişinizde, zinetinizi alınız. (A’raf, 31) ayetindeki “zinet” kavramının, “temiz ve güzel elbiseler ve kişiyi güzel gösteren takılar olduğu” şeklinde yorumlanmıştır. Toplum içine çıkanların giyim kuşamına dikkat etmesi gerektiği de bundan anlaşılmaktadır. Aynı ayetin devamında, “Yiyiniz, içiniz ancak israf etmeyiniz, Allah israf edenleri sevmez” buyrulması, Müslümanların mevlit, ziyafet gibi geniş bir mekân gerektiren toplu yemeklerde, ihtiyaçlarını camide karşılayabileceklerine bir işarettir. Camilerin süslendirilmesinden ziyade, oraya giren cemaatin takvayı takınarak süslenmesi ve ona yakışır bir kıyafet kuşanmasına önem verilmelidir. Yüklü masraflarla tezyin edilen camilerde kirli kıyafetli, kokmuş çoraplı insanların girmesi, takvanın önemsenmemesi büyük bir yanlışlık ve çelişkidir.