DENETİM
Özellikle yiyecek ve içecek alanında üretim yapan bütün kurum ve kuruluşların en fazla dikkatli olmaları gerektiği nokta temizlik ve hijyen iken maalesef durum böyle olmadı ve olmuyor. Ne kadar söylenirse söylensin durum değişmedi. Birçok insan yiyecek ve içecek üretirken çok kirli olmaya ve ürettikleri yiyecekleri gayrı sıhhi şartlarda elde edip pazarladılar. Tüketenler de temizlik kurallarına hiç mi hiç riayet etmedi. Sözde ve görüntüde bir temizlik vardı. Şimdi virüs çıktı da çoğu insan elinin yüzünün temizliğine önem vermeye başladı. Aldığı ürünleri sabunla deterjanlarla yıkamaya başladı.
Bazı insanlar bir otoritenin sürekli başlarında durup “müeyyideler” uygulamalarını, belli kurallar dayatarak zorla bir şeyler yapmaları yönünde bir beklenti içindedirler.
Yiyecek ve İçecek Hizmetlerinin çeşitli meslek dalında uğraş veren bir grup esnafa Hijyen Eğitimi konusunda bir seminer vermek üzere belirlenen salona gittim.Salon da yaklaşık seksen kişi vardı. Tanışma faslını hızlı geçip sohbete başladım. Bir ara, "Bütün imkanlar, her türlü temizlik malzemesi ve ekipmanı olduğu halde, bir yiyecek üreticisi neden daha temiz şartlarda çalışmaz, neden hijyen kurallarına riayet etmez acaba" diye bir soru sordum. Amacım salondakilerin de sohbete katılmalarıydı. Salondakiler sessizliği tercih edip kimse konuşmadı. Israr edince arka sıralardan biri, birazda alaycı bir eda ile:
“Bunun sebebi Hiç denetleme olmamasıdır hocam” diye cevap verdi. Bu cevapla birlikte bazıları gülmeyi tercih ederken ekseriyeti de cevap vereni tasdik etme yoluna gitti ki salonda bir uğultu oluştu. Ön taraftakiler de Arkaya doğru bakarak denetleme yok diyeni onaylar tavırlar gösterdi.
Bu durum karşısında bende konuşan arkadaşa hitaben:
“Kimden denetlenme bekliyorsun?”diye sordum
“İlgili kurumlardan” dedi. Bu cevap salondakilerden bir kez daha takdir alıp uğultulu tasdikler bir süre devam etti.
“-Peki, kuralına uygun, tüm tedbirleri alan ve temizliğe hijyene önem vererek üretim yapanlar ile temizliğe ve hijyene önem vermeden üretim yapanlar aynı şartlarda değimidir? Onlar nasıl denetleniyor?” diye sorduğumda kem küm etse de cevap veremedi.
Bu denetleme meselesini farklı bir boyutu ile ele alıp,biraz daha dramatize ederek bu durumu fırsata çevirmek amacıyla o an bu konuyu başka bir şeyden bahsedermiş gibi yapıp salondakilerin bir süre unutmalarını sağladım. Sonra sözü dolaştırıp manevi değerlere getirdim. Salondakilere imanın tanımını yaptım. İmanın altı tane şartı olduğunu bu şartların tümünün dil ile ikrar ve kalb ile tasdik edilmesinin İman tanımına uyabileceği gibi sohbet şeklinde bir açıklamada bulundum. Sonra yine salona dönüp
"-Acaba imanın şartlarını tekrar edebilecek bir arkadaşımız olabilir mi?" diye sordum. Salondakilerin tamamının bunu bildiğini ve sayabileceğini adım gibi biliyorum ama bu gibi durumlarda "acaba yanlış bir şey söyler miyim" endişesiyle insanlar konuşmaya çekinirler. Nitekim kimse konuşmadı. Benim de istediğim buydu açıkçası. Fırsat bilerek demin "denetim yok" diyen arkadaşı işaret ederek:
"-Siz imanın şartlarını söyleyebilirimsiniz acaba? Maksat bir hatırlayalım. Hem siz de sevap kazanmış olursunuz" dedim. İşin içine sevap girince hemen ayağa kalktı ve belki de benim öyle zannettiğim alaycı tavrıyla:
"-Hocam, Türkçesini mi Arapçasını mı söyleyeyim" diye sordu
"-Nasıl istersen" dedim. Başladı:
"-Amentü Billahi" başka bir şey demeden hemen davranarak dedim ki:
"-Çok güzel ama müsaade edersen anlamını da söyleyelim. Ne demek Amentü Billahi?" Bu soru üzerine şöyle cevap verdi:
"-Yani Allah'ın varlığını ve birliğini kabul ediyorum ve buna iman ediyorum"
"-Çok güzel. İyi de nasıl? Yani nasıl kabul ediyorum?"
"-Öyle işte Allah vardır ve birdir ben de buna iman ediyorum"
Bu cevap üzerine biraz daha çeşnilendirmek istedim ve devam ettim:
"-Demek istememiz gerekir ki, Allah vardır ve Birdir. Eşi ve benzeri yoktur. Ve ben buna kalbimle iman ediyorum ve dilimle ikrar ediyorum. Bütün dünya gelse birleşse beni bu inancımdan vazgeçiremez."
"Aynen Öyle" dedi. Bunun üzerine devam etmesini istedim:
"-Ve Melaiketihî"
Sordum:
-"Yani?"
"-Yani Allahın meleklerine de aynı derece inanıyorum." Dedi. Bunun üzerine bir dakika dedim ve beklettim. Kısa süreli bir sessizlik oldu. Herkes merakla ne diyeceğimi bekliyordu. Gayet yumuşak bir ses tonu ve tebessümle ayaktaki arkadaşıma dönüp:
"-Allah'ın meleklerine bu denli kuvvetli bir iman ile inanıyorsun. Peki o zaman her iki omzunun üzerindeki meleklere niye inanmıyorsun?" diye sordum. Şaşırarak:
"-Haşa, nasıl inanmam hocam. Tabi ki inanıyorum" diye biraz da sert bir eda ile cevap verdi. Devam ettim:
"-Sen az önce benim 'Bütün imkanlar, her türlü temizlik malzemesi ve ekipmanı olduğu halde, bir yiyecek üreticisi neden daha temiz şartlarda çalışmaz, neden hijyen kurallarına riayet etmez' dediğimde sen,' Hiç denetleme olmadığı için, hiç denetleme yok' dedin. Peki Allah'ın her iki omzumuzdaki meleklerin vazifesi nedir? Onlar denetim görevlisi değil mi? Hani denetim yoktu?"
Bunun üzerine salondakilerin tamamının yüzündeki endişe tebessüme döndü. Ve ortak olarak çıkan fısıltı halindeki sesten "tabi ya" dedikleri anlaşılıyordu. Sorumun muhatabı olan arkadaş da ne diyeceğini şaşırmış biraz da mahcup bir eda ile;
"-Hocam ben o denetimi demedim ki" diyebilmişti.
Düzgün çalışmak için ille de birilerinin müeyyide uygulamasını beklemek nasıl bir mantıktır anlamak mümkün değildir. Aslında o arkadaşın dediği gibi bir denetleme de yok değildir. Denetleme yapılmaktadır ama denetleme yapıldığı an başka bir görüntüye bürünüp denetlemeden hemen sonra eskisi gibi devam edenler de vardır. Kendi eksikliğini sürekli başka kişi veya kurumlara yüklemeye çalışmak insanlık ile bağdaşan bir durum değildir.
İnşallah insanlar bu virüs belasından bir ders alırlar da bundan sonraki süreçte insanlar daha dikkatli davranırlar.
"Biz size şah damarından daha yakınız.”(Kaf-16) Diyen “En büyük denetleyicinin” denetiminden korkmayıp insanlara kötü ürün üretenler için “insan” yerine nasıl bir sıfat yakışır takdirinize bırakıyorum…
Afiyette kalın
Samburek47@gmail.com