CANIMIZ NE KADAR YANMAKTA?
Müslümanları bir duvarın tuğlalarına ve bir vücudun azalarına benzeten, bilgi ve anlayış rehberi Hz. Muhammed (s.a.v): ‘in beyanı; “aslında birimizin hepimiz, hepimizin de birimiz için yaşaması, üzülmesi ve sevinmesi gerektiğini öğretmek için değil midir? Peki, günümüzün Modern dünyasında, imkân ve olanakların havada uçuştuğu şu çalkantısı bol asırda; başsız gövde gibi birbirlerinden kopuk, habersiz ve irtibatsız yaşayan biz Müslümanlar; birbirimizle ne kadar alakadar olmakta, birimizin diğer kardeşimizinderdi ve sıkıntısı içinyüreğimiz; ne kadar yanıp tutuşmaktadır…
1997 ve 98’li yılların, özellikle Türkiyeli Müslümanlar için; trajedinin bol olduğu karanlık ve manevi anlamda darlık yıllardır! Müslümanların, itilip kakıldıkları, tutuklanıp zindanlara tıkıldıkları,film senaryolarını aratmayan senaryolarla İslam’ı ve Müslümanları karalamak için kampanyaların tedavül vitrinlerinde arzı endam ettiği yıllardır!... 28 Şubat 1997’nin mimarları, o gün ve yıllarda; bin yıl sürecek dedikleri o “HABİS PROJELERİ” birkaç yıl gibi kısa bir aradan sonra devrilmeye mahkûm oluvermişti. Ancak ne var ki, o yıllarda çok Müslümanın canı yanmış, nice mazlum insanların,sudan bahanelerle zindan köşelerinde, canlarına okunmuştu… Her hangi bir yerde, hak olan bir şey mi söyledi birisi? Hemen içeri… O gün adamlar hem tanık, hem yargıç hem de hâkim konumunda görmüşlerdi kendilerini. Ne ki, unuttukları bir şey vardı: “Allah vardı ve zalimlerin yaptıkları zulümlerini; yanlarına kar bırakmazdı, bırakmadı!
Neyse asıl meselemize dönelim. 28 Şubat’ın oçalkantılı günlerinde, Âlimlerden bir zat, yazmış olduğu bir kitabından dolayı; defalarca,Şanlıurfa İstanbul arasında gidip gelmekle mekik dokuyup serbest yargılandıktan sonra, o da zindanagönderilen kervana dâhil olmuştu... O günvuku bulan bir anıyı, sizinle paylaşmak istedim: “Samsunda ikamet eden Receb adında bir abimiz anlatmıştı: “Ceza evine olan o Âlim olan hocayı; görüşme günü ziyaret etmeye gittim. Görüşme saati başlayınca koridora alındık. Demir korkulukların bir tarafında biz, diğer tarafında ise Hoca efendiyle görüşmek için karşı karşıya geldik. Ancak bizim kaldığımız alan kapalı olduğu için biz gölgede, hoca’ nın durduğu o ufacık avlu üstü açıktı ve yazınyakıcı güneşi Hoca’yı yaktıkça yakıyordu…
Neyse ki, ziyaret saati bitti ve biz de eve döndük. Akşam olunca, yatağa uzandım lakin bir türlü uyku tutmadı beni ve uyuyamıyordum… Hava serin olmasına rağmen, ceza evinino daracık üstü açık avlusunun sıcak manzarasını ve Hocayı düşündükçe; vücudum sıcaklıktansıcağa girmekte, beni bir sıkıntı kaplamış ve bir türlü uyuyamıyordum. Sabaholunca, doğrudan ceza evi idaresini aradım ve müsaade ederseniz, filan koğuşa bir vantilatör göndermek istediğimi söyledim. Kabul ettiler ve sabahleyin bir vantilatör aldırıp Hoca’nın kaldığı koğuşa gönderdim.” Diye bitiriyor sözü Receb abimiz! Bu ne demek? Şu demek: “Bir Müslümanın, diğer bir Müslümanın sıkıntısını kendinde hissetmek, kendine sıkıntı dert etmesi,aynı sıkıntıyı yaşıyormuşçasına üzülmek! İşte Müslümanlık, işte Mü’min olabilmenin gerektirdiği; en zirve hal budur.
Receb Abimiz, daha sonra Hoca tahliye olduğunda; ceza evinden onu alıp evine götürdüğümüzde, Hoca’nın o vantilatörü de beraberinde bir hatıra olarak getirdiğini görünce çok etkilendim diyor!... İşte İslam kardeşliği, böyle madde planında tarifi yapılamayan bir bağdır! Bu bağı, gaye haline getirenden başkasının; bunu anlaması mümkün değildir… Evet, acılarımız, sancılarımız, sıkıntılarımız, elem ve kederlerimiz vardır. İslam coğrafyasının her köşesinde, bucağında, kentinde ve köylerinde; müstevli emperyalist güçlerin işgalci kanı bozuk askerleri tarafından hunharca katledilen Müslümanlar vardır…
Yakılıp yıkılan şehirler, yok edilmek istenen kadim medeniyetler; evsiz bırakılmaya mecbur edilen savunmasız insanlar, yaşlılar, çocuklar! Hepsinin çekmiş oldukları acı ve sızılarını, kalbimde, bedenimizde ve normal günlük yaşamımızda hissetmemiz lazımdır… Çünkü İslam kardeşliği ve Müslümanlık bunu gerektirmektedir. Güneşte yananlar için, canımız yanmıyorsa; aç kalanlar için içimiz sızlamıyorsa; ağlayanların ağmalarına eşlik edemiyorsak; itilip kakılan mazlum ve mahkûmların çekmiş oldukları sıkıntılarınıkendimize dert edinemiyorsak; bu bizim, manen çok arızalı ve çok hasta olduğumuzu göstermektedir. Gelin birbirimiz için yanıp tutuşmayı öğrenelim ve bu duygulara alıştıralım kendimizi. Öyle bir alışalım ki, bir Müslümanın veya mazlumun canının güneşte yandığını gördüğümüzde; o yanmayı bedenimize taşıyalım… Vesselam. 16 Ağustos 2018.