KUVVET HAKTA DEĞİL, HAK KBağlantıUVVETTEDİR
Tarih Felsefesi, Siyaset Felsefesi ve devletler tarihi bize şunu öğretir: Haklı olan güçlü değil, güçlü olan haklıdır. Daha veciz bir deyişle, kuvvet hakta değil, hak kuvvettedir. Güçlülük ve haklılık ile güçsüzlük ve haksızlık yan yana durur daima. Güç ile hakkın tam anlamıyla içtima ettiği tarihsel bir zaman kesiti yoktur dense yanlış olmaz. Zafer çığlıkları ve naraları çoğunlukla gücün/güçlünün yanında. Çoğunlukla demek yanlış, her zaman belki de.
Tarih güçlünün/güçlülerin kaleme aldığı ‘inandırıcı’ bir masaldan başka bir şey değil. Tarihi mağluplar/mazlumlar yapar ama galipler/zalimler yazar. Mağlubun tarihi olmaz, tarihsizdir bütün mağluplar. Ve bu yüzden de çok talihsiz. Egemenlerin, egemenliklerini sürekli ve kalıcı kılmak için kullanmayacakları malzeme yoktur. En elverişli malzeme kutsaldır. Kutsal, halkı/yığınları uyutmak ve kandırmak için kullanılan malzemenin en derin ve en etkili olanı. Kutsalın zirvesinde din/mistisizm bulunur, ondan hemen sonra kavmiyetçilik/milliyetçilik gelir.
Kutsal kullanılınca yitirir bütün anlamını, tiryak iken zehir olur. Kitle kanmak, kandırılmak, yani zehirlenmek için can atar daima. Bütün varlığını severek ve de çaresizce armağan edeceği bir kült arar. ‘Lider kültü’ en bariz olanı. Liderde kendini bulur kitle. Özlemlerini, hayallerini, ümitlerini, ideallerini… Lider (sultan) kutsalın kutsanmış, ete kemiğe bürünmüş yegâne halidir. Allah’ın/Tanrı’nın yeryüzündeki gölgesidir. Bunu çok iyi bilen ve çözen lider, sonuna kadar kullanır ve araçsallaştırır bu duyguyu. Tarihin mûcidi dahi liderlerdir diyen Thomas Carlyle bu ince noktayı çok zekice kavramış gibi.
Doğru ve yanlış yoktur, kazanmak ve kaybetmek vardır artık. Kazanan, kazandıktan sonra bu kazancının sebeplerini söyleme ihtiyacı duymaz, dev aynasında sonuçlarını gösterir yalnızca. Çünkü sebep ne olursa olsun ‘kazanç’ sonucunu doğurmuştur. Ve kitle tarihin her devrinde olduğu gibi başarıya/kazanca meftundur. Meftun değil, mahkumdur. İktidarların iktidarını sürekli ve kalıcı hale getirmek (ölümsüzleştirmek) amacıyla yapmayacağı şey yoktur. Amaç ulvi ise -ki ulvidir- bu amaca ulaşmak için her araç meşrudur. Yüceye götüren her yol dolayısıyla yücedir.
Halkın, tebaanın bekasından (geleceğinden) çok iktidarın bekası önemlidir, önceliklidir. Devlet (iktidar) olmazsa millette olmaz, Devlet millet olabilmenin önkoşuludur çünkü. Her iktidarın nihai amacı sonsuza dek iktidarda kalmaktır. Hiçbir iktidar kendiliğinden bırakmaz iktidarı. Diktatörlerin ancak zorla azledilebilmelerinin nedeni bu. Azledenler de kendi diktatörlüklerini kurarlar genellikle. Gelen gideni aratır böylece.
Bekâ ve bâkilik, yani kalıcılık, süreklilik ve ölümsüzlük sadece Allah’a mahsustur. O’nun dışındaki her şey fânidir, zâildir, bitimlidir. Buna şahs-ı manevi olan devletler de dahildir, maddi ve manevi her çeşit iktidar da. “Devlet-i Ebed Müddet”, “İlelebed payidar olmak” gibi terkipler/temenniler, bu manada şirk-i cehridir. Devletlerin şirkidir. Fertlerin şirki olur da devletlerin olmaz mı?
Şirk Allah’a ait (zati) bir vasfı kendinde vehmetmekten ibarettir. Bütün şirkler/müşrikler er ya da geç ifşa ve yok olmaya mahkûmdur. Fertlerin şirkini herkes bilir ve konuşur, kolaydır çünkü. Ama devletlerin şirkini bilen ve söyleyen çok az zeka vardır. Peygamberler bunların başında gelir. Allah dışında kutsanmaya (dolayısıyla kalıcı hale getirilmeye) layık hiçbir varlık yoktur. Tek kutsal zat-ı bâridir. Ve O’nun vechi (kutsallığı) dışında her şey helak olacaktır.