MUHAFAZAKARLIK VEYA STATÜKO
Hilafet müessesesinin, İslam topraklarında ilga edilmesinden sonra; uluslararası emperyalizmi, özellikle ahkama dair olan ne kadar İslami kavram varsa, onların yerine içi boş ama dışı gönül okşayan (!) yeni kelime ve kavramlar icat ettiler. İşte bu kavramlardan biri Muhafazakarlık yerli olanı (!), diğeri de Statüko denilen ithal olanıydı!...
Önce Muhafazakâr kimdir, hedefi ve mücadelesi ne içindir, neden muhafazakâr ve özellikle bir kesim neden muhafazakâr diye isimlendirilmekte, bu ve bunun gibi isimlerin toplumda yaygın hale gelmesini isteyenlerin ne gibi maksat ve gayesi vardır ona bakalım; sonra da, Statüko 'ya! Muhafazakâr: 1. "Örf, âdet, gelenek ve inançlarına bağlı. 2. Mevcut düzenin devamından yana olan, konservatör. 3. Dindar (Dr. Mehmet Doğan Büyük Türkçe sözlük ilgili madde) Üstat Mehmet Doğan, muhafazakarlığı üç madde halinde sıralamakla, fazla yoruma mahal bırakmadan izah etmiştir aslında.
Fakat biz yine de acizane olarak, bu üç maddeyi biraz açmaya gayret edeceğiz. Örf; kişinin, içinden gelip büyüdüğü topluluk, aşiret, oymak veya kabilesinden görüp duyduklarına göre, yaşamını sürdürmesi demektir. Adet/anane; yaşama biçimi olarak, bir toplumun atalarından kalma süre gelen ve meşru olup olmadığına bakılmaksızın, içtimai hayattaki tarzların savunulması veya muhafaza edilmesi demektir. Günümüzde birçok düğün dernekte, kadın ve erkeğin iç içe halay çekmesi gibi. Meşru olmadığı halde, insanlar; atalarımızdan böyle gördük demekle, bu işi hala sürdürüyorlar adet/gelenek adına. Kötü mü, hem de nasıl? Mahremiyet ilke ve ahlakını bu adetten daha kötü hale getiren başka bir kural var mıdır acaba? Bugün tedavüle konulan ve muhafazakarlık prensibine sahip birçok çevre, hala VIP düğün salonlarında; israf ve debdebenin tavan yaptığı şekliyle evlilik merasimleri düzenlemektedirler. Peki, bu felaketin farkına varan kaç kişi var? Meşru olmayan söz konusu merasimlere, yüzlerce hatta binlerce kişinin iştirak etmesi, dansların yapılması, gelin ve damadın orta yerde oynatılması ve daha nice nahoş hareketlerin sergilenmesini; gelin de İslam’a göre izah edin bakalım? Var mı izahı? Var. Zillet ve rezalet iç içe.
Mevcut durumu koruma ve kollamaya gelince, işte o; Statükonun ta kendisidir. Yani, mevcut siyasal düzenin değişmesinin istenmemesidir!... Muhafazakarlık yerli bir kavram olarak, hali hazırı korumak iken; Statüko ise, ithal bir kavram olarak, mevcut sosyal ve siyasal durumun, ortamın, yaşam tarzı ve biçiminin değişmemesini/değiştirilmemesini savunmaktır. Yani, her iki sıfatın da; keyfiyet itibariyle aynı kapıya çıktığını söylemek mümkündür. Ama adına dindarlık denilmektedir olsa da, gerçekten dindarlık mı yoksa dindarlık mı ona bakmak lazım!
Gelelim modern dünyada, Müslümanların içinde bulundukları genel duruma ve İslam davasının bugün ne şekilde algılanıp ve savunulduğuna bakmaya. Genelde tüm İslam âleminde, özelde ise ülkemizde İslam davasının idrak etme ve savunma şuuruna baktığımızda; Demokrasi, Laiklik veya Sosyal adalet (!) gibi ideolojileri, İslam’a yamamak gayreti içerisinde olan kalabalık bir kitlenin varlığının söz konusu olduğunu görmekteyiz. Birinci ve öncelikli yanılgı bu noktadan başlamaktadır...
Diğer bir husus ise, İslam’ın evrensel hükümlerinin toplumsal hayata hâkim hale gelebilmesi için; Demokratik metot ve yöntemlerden medet uman gafillerin içinde bulundukları gaflet halidir ki, bu düşünce ve fikir sahiplerinin; Şeriat-i garra'nın alternatifsiz hükümlerinin devlet olması diye bir dertleri de, gayeleri de yoktur. İşte muhafazakarlıkla Statüko, bu tür zihniyeti geliştirmenin modern senaryolarının adıdır!
Laik Seküler düşüncenin, Müslümanlara bulaştırdığı manevi hastalık hem onların inançlarının zayıflamasına hem de İslami dava şuurlarının körelmesini beraberinde getirdi. En mütedeyyin bilinen birçok kimsenin, birkaç yıl aradan sonra; Seküler yaşam tarzının gerekli ve elzem (!) olduğunu savundukları görüldü.
İşte muhafazakarlık, işte Statükonun morfinleştirdiği kalabalık kitle ve yığınlar!... Aslında Müslüman meşrep ve oluşumların bugün demokratik Laik partiler için vermiş oldukları mücadelenin onda birini, İslam davası uğrunda vermiş olsalar/olsalardı, belki de daha iyi bir konum ve statüde olurlardı. Ama hayır, bakıldığında; Müslümanların öbek öbek halinde, mezhep, meşrep, parti ve pürti çatısı altında toplanmakla, bu işin kavgasını verip İslam düşmanlarının işini ne kadar çok kolaylaştırdıkları görülmektedir! Bu çok hazin ve esef verici bir durumdur.
Bugün a parti için mücadele eden birisinin, yarın b partide mesai yaptığını görmek, Müslümanların; nasıl da kısır bir mantığa hamallık yaptıklarının en belirgin göstergesidir. Muhafazakarlık denilince, bir kısım zavallı heriflerce; gayesiz beş vakit namaz, Laik sisteme göre bidayeti ve nihayeti muayyen kılınan bir oruç, modern tağutların müsaade ettikleri kadar hac farizası ve muhayyer haliyle baş başa bırakılmış içi boş bir zekât anlayışı anlaşılmaktadır!... Zaten, bu düşünceleri savunan milyarlarca insanın varlığı olsa dahi; Tağuti sistemler için, bırakın tehdit unsuru oluşturmayı, aslında hiçbir mana ifade etmemektedirler.
Çünkü asli gaye, hedef, vazife ve gayesinden sapan toplumları; başkaları, kendi direktifleri doğrultusunda yönlendirir. Yaşadığımız coğrafyada, özellikle ülkemizde son yüz yıldır; hilafetin ilgasından sonra, Müslümanlar kitleler halinde değişik ideoloji ve politik partiler bünyesine girmekle hem kutuplaştılar hem de İslami hassasiyetlerini kaybettiler. Gelinen noktaya bakıldığında, Osmanlı'dan sonra; Müslüman cemiyetlerin İslam davası (ufak tefek istisnaların dışında) adına kayda değer bir merhale kat etmedikleri görülmektedir. Nedeni ise, Muhafazakarlık adı altında, Statükoyu korumak ve kollamak haline geldikleri için... Peki, Müslümanlar olarak; ne zaman Tevhit şuuruna sahip olup kendimize geleceğiz acaba? Muhafazakarlığı da Statükoyu da bir kenara bırakmadığımız müddetçe, bu realite hiçbir hayal zaman ötesine gitmeyecektir... Vesselam…