TOLUMSAL KONSENSUS, BİRLİKTE YAŞAMA VE BİRLİK OLMA
Şunu baştan belirtmekte yarar var. Danıştay'ın Andımızla ilgili kararı hakkında yapılması gereken; kararın, yargı tekniği, mevcut yasalara uygunluk, andın içeriği ve sair yönlerden ele alınıp tartışılması değil; yargıda, yeniden nükseden ve ülkeyi yoğun bakıma düşüren bu sorunun kaynağına odaklanmaktır.
Türkiye, on yıllar boyunca, vesayet sisteminin devam edebilmesi için, ötekileştirici provokasyonları devreye sokmuş, grupları, kesimleri, farklı siyasi görüşleri birbirine kırdırarak bu sistemi ayakta tutmaya çalışan bir yönetim sergilemiştir. İstikrarsız bir toplum, istikrarsız bir yönetim ve istikrarlı bir darbe mekanizması sürekli devam etmiştir.
Bu sistemin/mekanizmanın temel ayaklarından biri de yargı olmuş; yargı, siyasallaşarak aldığı kararlarla, toplumun ayrışmasında ve çatışmasında önemli bir rol oynamıştır. O açıdan yargının siyasallaşması, ciddi tehlikeleri de bünyesinde taşımaktadır.
Türkiye'de herhangi bir sınıfın, grubun ve kesimin tek başına egemenliğine dayanan bir sistem reel olmayıp, sürdürülebilir de değildir. Bu açıdan Türkiye'de; hakkaniyete ve adalete dayalı, ötekileştirmeyen, tektipleştirmeyen, ırkçı ve diğer jakoben yaklaşımlardan uzak, birleştirici, barışçı, dayanışmacı ve adaletli bir sistemin tesis edilmesi ve bu bağlamda bir anayasanın oluşturulması, sorunların önemli bir kısmını halletmeye katkı sağlayacaktır.
Toplum, askerle, yargı yoluyla veya daha farklı şekillerde, önceki yıllarda bir alışkanlık haline gelmiş vesayet uygulamalarına karşı bir bilinç kazanmış olsa da; toplumun tüm kesimlerinde, yargıda, siyasette ve sivil toplumda bu anlamda bir refleksin ve vesayet kokan tüm yaklaşım ve girişimlere karşı bir direncin tam anlamıyla oluştuğu söylenemez.
Bu tarz yaklaşımlar, politikalar, kararlar ve dayatmalar toplumun tüm kesimlerinin kırmızı çizgisi olmalıdır. Bu açıdan Andımız ve benzeri konularda oluşturulmak istenen suni gündemlere itibar edilmemelidir. Vesayet ile ilgili tüm tortuların geçmişte kaldığı da bilinmelidir.
Seçimlerden daha fazla oy almak, bazı ittifakları bozmak veya daha farklı siyasi menfaatler için yargı üzerinden operasyonlar yapılmışsa; bunu yapanlar bu büyük vebalin altına girmişlerdir. Siyasi rant veya oy kaygısından dolayı toplumu ayrıştıran, geriye götüren, topluma çeşitli dayatmalarda bulunan vesayetçi alışkanlıkları sürdürmeye yönelik çalışmalar içerisinde olan ve toplumun sinir uçlarına dokunan kararlar ve politikalar gerçekten büyük vebaldir.
Bu toplum, vesayetten kurtulma sürecinde, kat ettiği yoldan geri dönüş anlamına gelebilecek ve toplumu ayrıştıracak dayatmalardan hayır gelmeyeceğini, bizzat yaşayarak ve bedelini ödeyerek öğrenmiştir. Yargının, bu dayatmalara alet olması, düşündürücü, üzücü, zararlı ve tehlikeli bir girişim olmuştur.
Temel ilke olarak, yargının verdiği kararlar, her şeye rağmen, elbetteki değerlidir. Yargı bağımsızdır/bağımsız olmalıdır. Hukukun üstünlüğü ilkesi bunu gerektirmektedir ancak bunun gerçek anlamda sağlanabilmesi; toplumun ve toplumu yönetenlerin, hukukun üstünlüğü ilkesini ne derece içselleştirdikleri ve bu ilkenin toplumda ne oranda kültürleştiğiyle de orantılıdır.
Cumhurbaşkanının, yargı kararlarının toplumu vicdanına da uygun olması gerekliliği şeklinde belirttiği konuşması bu bakımdan önemlidir. Yani yargı; yasaları, tarz ve zamanlama olarak, iyi niyetli olmayan bir şekilde yorumlayarak aksi bir karar da verebilir ve yasal ve teknik açıdan bu karar, kitaba/yasalara uygun görünebilir. Bu bakımdan, Cumhurbaşkanının bu kararla ilgili, zamanlamasını da ilginç bulduğu soruları, oldukça anlamlıdır. Bu kararla Danıştay, yürütmenin alanına da girmiştir.
Ara ara okutulmamaya, ara ara metninde çeşitli değişiklikler yapılan, ayrıştıran bu metnin, o minik çocukları, yıllarca, kışın soğuğunda, yazın sıcağında dışarıda and okunacak diye bekletip birçoğunun hastalanmasına sebep olmuştur. Bu uygulamanın kaldırılması, gerçekten çok zorunlu ve gerekliydi, toplumda da bu yönde bir konsensus oluşmuştu. Dolayısıyla andın okullarda okutulmasının, hukuksal anlamda bir meşruiyeti kalmamıştır. Danıştay'ın bu kararı, toplumsal barışa ve eğitime bir katkı sunmayacaktır. Nitekim MEB,yürürlüğün durdurulması talebiyle, kararı temyize götürmüştür.
Bakan Ziya Selçuk'un; 2023 vizyonu konusunda yaptığı açıklamalarda; 'hele önce yoğun bakımdan bir çıkalım' ifadesiyle eğitimin içinde bulunduğu durumu açıkça ortaya koyduğu bu süreçte, Danıştay'ın eğitime, çocuklarımıza ve topluma bir katkısı olmayan bu kararı, toplumda ciddi bir rahatsızlığa neden olmuştur.
Hal böyleyken ve eğitimle ilgili tektipleştirici, ötekileştirici yaklaşımları terketmek; eğitimin kalitesini arttırmak, eğitimde fırsat eşitliğini gerçekleştirmek gibi temel sorunlarla uğraşmamız gerekirken; vesayetiçi yaklaşımlarla suni gündemlerle meşgul edilmek üzücüdür.
Yeni anayasa çalışmaları sırasında, Türkiye'de sistemin tamamen değişeceğine dair bir beklenti oluşmuş ve bu beklentinin en önemli vazgeçilmezi olan 'hukukun bağımsızlaşması ilkesi', yeni anayasadan vazgeçildiği için, gerçekleşememiştir. Elbetteki bu yönde çok önemli adımlar atılmış olmasına rağmen; yapılanlar, yargının tam bağımsız olmasına yetmemiştir.
Asla ve asla, hangi kılıkla, hangi maskeyle gelirse gelsin, vesayetçi politikalar ve dayatmalar, toplum nezdinde itibar bulmayacaktır.
Sonuç olarak, toplumu ayrıştıran, ötekileştirici, dayatmacı, ırkçı, saldırgan ve benzeri tüm vesayetçi provokasyonlara karşı toplum; tam tersini yaparak; adaletçi, yapıcı, barışçı, hukuki, sevgi ve kardeşliğe dayalı bir tutum takınarak bu oyunları bozma kararlılığını göstermiş ve bu oyunlara itibar etmemiştir.
Toplum, barıştan, huzurdan, sevgiden yana tutum takınarak, üzerine düşeni yapmıştır.