KARDEŞLİK HUKUKU
Muhakkak ki, ancak Müminler kardeştirler, Öyleyse kardeşlerinizin arasını ıslah (varsa aralarında bir problem dargınlık onları bir araya getirip barıştırın) edin ve Allah'tan korkun ki, O'na karşı gelmekten sakının ki, Felaha eresiniz (Hucurat:10) ilerleyen satırlarda, kardeşliğin ne denli önemli ve nasıl olması gerektiğiyle ilgili, biraz açıklık getirmeye gayret edeceğiz inşallah!
İslam'a göre, kardeşlik hukukunun çok önemli ve ehemmiyetli bir yeri ve konumu vardır. Kardeşlik hukukuna riayet etmeyen fert ve toplumların; büyük oluşum ve projelere kavuşmaları imkansızdır. İslam'a göre, kardeşlik hukuku; din kardeşinin derdini kendi derdi gibi bilmesi, onun nefsini kendi nefsine tercih etmesi, ona karşı kaba, kırıcı ve zalimane davranmamasını gerektirir. Yani, Fütüvvet bilinci/şuuruyla; kardeşliği kuşanmak...
Çünkü, Aziz ve Celil olan Allah, bütün Müslümanları; İslam dini bağıyla kardeş yapmıştır. Efendimiz (s.a.v)'in: Müslüman Müslümanın kardeşidir, onu yalnız bırakmaz, ona sırtını dönmez nebevi öğretisi bize; İslam'a göre, kardeşlik hukukunun önemini öğretmektedir... Bir ara, Hz. Ebu Zerr-i Ğifari (r.a), Hz. Bilal (r.a)'a; siyah kadının oğlu diye latifeyle takılır. Ebu Zerr-in bu sözü, Efendimizin ( s.a.v) kulağına gider ve Ebu Zerr-i çağırtır. Ebu Zerr'e; senden hala cahiliye kokusu vardır diye adeta azarlar.
Tabi Sahabe, altın bir nesildir. Ebu Zerr yaptığı yanlışın şaka da olsa, Müslüman kardeşini incitebileceğini, kalbini kırabileceğini anlar ve çok üzülür. Hemen gider, Hz. Bilal'in kapısının eşiğinde uzanır. Hz. Bilal evden çıkarken, Ebu Zerr'in uzanmış olduğunu görür onu kaldırmaya çalışır. Ama Ebu Zerr'dir bu, nefsine tokat vurmadan durur mu? Hz. Bilale, bak kardeşim o siyah ayaklar bu beyaz surata basmadıkça yerimden kalmayacağım der. Hz. Bilal hiç kıyar mı Ebu Zerr'e, kalk kardeşim ben sana gönül koymadım ki, senin o suratın öpülesi surattır der ve gönlünü alır.
Şimdi kıssadan hisse alalım. Bizde Müslümanız, Sahabe de Müslümandı! Peki, insan olarak aramızdaki fark nedir? Fark, onlar, tam inanıp ve gereğini yerine getiriyorlardı... Bizde ise, nefsi ve hissi hesaplar ön planda olduğu için, biz ehemmiyeti olmayan ufak tefek şeyler uğruna birbirimizi kırabiliyor, belki de bir ömür boyu konuşmayabiliyoruz birbirimizle!
İster inanın ister inanmayın, biz; 1990 lı yıllarda, İslam davasından başka hiçbir derdim yoktur diyen insanların, bir mekruh için tartışıp birbirlerinin kalbini kıranlara şahit olduk. Düşünebiliyor musunuz? Evet, biri şu mekruhtur diyor, berikisi hayır diyor ve birbirlerine hakaret ediyorlar. Bu olacak iş mi Allah aşkına? Bu gibi hareket ve tavırlar, İslam kardeşliğine sığar mı, yakışır mı? Dört kişi bir araya gelip, aynı meselede mutabakat sağlamadan ihtilafa düşüyorlarsa; peki koca bir ümmet, İslam birliğini, İslam devletini nasıl kuracaklardır? Üzücü ve hazin...
İslam kardeşliğinin temel esaslarını, Hz. Ebu Zerr ile Hz. Bilal (r.anhüm) gibi Allah için ikame etmeyi başaramadığımız müddetçe, yukarıda işaret ettiğimiz bir birliğin olması da ihtimal dışıdır. Yıllarca birlikte birçok iyi işler yapmış, birlikte sevinmiş beraber üzülmüş, birbirlerine kan bağları olmadığı halde sırf dava ve kardeşlik hukuku adına nice fedakarlıklar sergilemiş olmalarına rağmen; ama araya önemsiz, maddi değeri sıfır olan bir mesele yüzünden, geçmişin bütün güzelliklerinin üzerine çizgi çekenleri gördük...
1990 lı yıllarda, Sovyet blokunun dağılmasını ardından, Müslüman Türki Cumhuriyetleri başta olmak üzere; Afganistanı, Çecenistanı; Balkanlarda Bosna ve diğer Müslüman toplulukların durumunu hatırlayın!... Hani, Afganistan tam da bağımsız olmuş ve İslam devletini kuracaklarken; Burhaneddin Rabbani ile Gülbeddin Hikmeyar arasında vuku bulan ufak bir ihtilaf, ülkelerinin tekrar işgal edilmesine ve hem maddi, hem de manevi olarak 50 yıl geriye gitmesine sebep olduğunu ne tez unuttu Müslümanlar???
İşte biz, hep böyle önemsiz işler uğruna birbirimizi kırıp dökerken; İslam düşmanlarının bu gibi boşluklarımızdan yararlanıp, hepimizi zapturapt altına aldıklarında uyanıyoruz ama nafile!... Evet, kardeşlik hukukunu izah etmeye çalıştıkça konu uzuyor haliyle. Çünkü, İslam davasının temelini, İslam kardeşliği ve kardeşlik hukuku oluşturmaktadır. Biz Müslümanlar, söz konusu hukuku hafife alıp ve birbirimizle uğraşmaya başladığımız günden beridir; parçalandık, gruplara ayrıldık, meşreplere bölündük, kardeşlik bağlarımız yerine; milliyetçilik, ırkçılık, ideolojik, partizanlık, menfaat vb. bizi tefrikaya sevk eden unsurları yerleştirdik ve sonunda kaybettik. Şimdi hal-i pür melalimize ağlasak mı, üzülsek mi, yas mı tutsak, ne yapsak acaba?
Sözün hasılı: "iman etmedikçe cennete giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe hakiki manada iman etmiş olmazsınız; Nebevi öğreti, şuur ve bilincimizin önceliği olsun. Kardeşlik hukukunu korumak, vaz geçilmezimiz olsun. Muhammed Hamidüllah ne kadar da güzel izah etmiş İslam kardeşliğini: Müslümanın en günahkarı bize, en iyi (!) inkarcıdan/kafirden daha yakındır. Dua ile…