KONUŞULAN MEDENİYETTEN, ÜRETİLEN MEDENİYETE
Bugün medeniyet kavramı çokça konuşulan bir kavram olmasına rağmen hayatımıza dokunamaması nedeniyle kafa karışıklığı gibi bir sonucu ortaya çıkarıyor. Günlük dilde hayatın her alanında Medeniyet çokça konuşuluyor. Esasen medeniyet konuşulması gereken bir kavram değil, yaşanılması gereken, üretilmesi gereken bir haldir. Kullanıldığı, konuşulduğu hatta çokça kutsandığı halde, durum olarak temsili olmayan, hayata dokunmayan bir garabet olarak karşımızda durmaktadır.
“Medeniyeti” bu garip halinden kurtarabilmenin yolu onu konuşulan bir durum olmaktan çıkarıp üretilen bir hale çevirmek olacaktır. Medeniyeti nasıl üreteceğiz, kim üretecek, hangi araçlar üzerinden üreteceğiz ve bu üretim sonucunda ortaya çıkan ürüne kim talip olacak. Bu sorulara doğru ve sahih cevaplar veremediğimiz müddetçe,medeniyet bizim için derde deva, sadra şifa bir sonuç veremeyecektir.
Tarihe baktığımızda; farklı kültürle temasımız olduğu zamanlarda özgüvenimizin de çok yüksek seviyede olduğunu görüyoruz. Farabi için “muallimi sani” demişiz. Aristoyu’ birinci öğretmen olarak görerek aslında nasıl bir özgüven ortaya koymuşuz, bunun üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Bugün; kültür, edebiyat, sanat konusunda özgüvenimiz yok. Bu da bizi, geçmişte farklı kültürlere kulak kesilerek ortaya koyduğumuz ve konuşulan değil üretilen medeniyet anlayışımızdan da uzaklaştırıyor.
Bilinmesi gerekir ki; medeniyet üretiminin en önemli göstergesi sanattır. Medeniyet konuşacaksak, medeniyetimizin sanatını oluşturmak durumundayız. Zaman ve mekân tasavvurumuz, hayatla kurduğu ilişki oranında anlamlı olacaktır. Bu zamana ve yaşadığımız dünyaya dair sözümüzün olması gerekiyor. Bugün hayat ve de insan açısından gerçeklik var bir de kurmaca olan var. Sanatla kurmaca olan gerçek olanın önüne geçiyor ve gerçekliğin çok anlamı kalmıyor. Kurmaca olarak gördüğümüz edebiyat etkisini yüzyıllarca sürdürüyor. Mesela Süleyman çelebinin mevlidini 600 yıldır doğumdan ölüme hemen hemen her halde okuyoruz ve etkisini hala sürdürüyor.
Kültür, sanat, edebiyat ve mimaride derinlik; insanın kendisini ve hayatları dönüştürerek derinleştiriyor. Sanat bu kadar önemli. Hakikati direk ifade eden fikirler yerine, anlatının içine yerleştirilerek ortaya koyan edebiyatın gücünü fark etmek durumundayız. Kuran’da Allah yaratılışı anlatı ile ortaya koyuyor. Dikkat edin anlatı var oluş ile başlıyor. Hakikatin inşa edilmesinde anlatı önemli bir konumda. Yani asıl mesele gerçeğin ne olduğu değil, nasıl anlatıldığı ne ile anlatıldığıdır.
Tam da burada sormamız gerekiyor; bizim anlatımız var mı,bizim hikâyemizi kim anlatacak, hangi araçlarla anlatacak. Unutmayın anlatıyı kuran hakikati de kurar. Gerçeklik şu anda vardır ve fakat sürekli devam etmeyecektir. Hakikat anlatıya dönüşecektir.
Evet, sanatın objesi değiliz, bizim hakikatimizi kim inşa edecek, bizim hikâyemizi kim üretecek sorusuna bugün cevap veremiyoruz. Ya da cevabımıza uygun üretimi ortaya koyamıyoruz.Bakın bir örnek; Vietnam’da neler yaşandı… Bunun çok önemi yok, zira anlatılar hakikati değiştirdi. Nereye varmak istiyoruz? Bugün; doğru, iyi ve güzel anlatılarla oluşturuluyor. Madem durum bu; biz de hakikati inşa edici bir unsur olarak; kültürü, sanatı ve edebiyatı ortaya koyacağız. Bugün batı medeniyeti ile teknik ve bilimle mücadele edemeyecek durumdayız. Bu noktada genelde sanat, özelde edebiyat tek mücadele yöntemi olabilir. Bunu ortaya koyacak edebiyatçılara, sanatçılara ihtiyaç var.
Şanlıurfa’da ilim, fikir, kültür ve sanat alanında birçok programa ev sahipliği yapmayı hedefleyen İSM (İlim Sanat Merkezi) Urfa Okulu Medeniyet Konferansları dizisinin ilkinde Edebiyatçı Tarık Tufan konuk edildi. Biz de bu yazımızı, “ Kurmaca Hayat, Kurmaca İnsan” konu başlıklı sunumda aldığımız notların kendimizce derlenmiş hali olarak okuyucuların istifadesine sunduk.