DERT BELA GELİNCE
Muhterem kardeşlerim…
Vücudumuz, bize emanettir. Dinimiz onu iyi korumamızı emrediyor. Hastayı tedavi ettirmek gerekir. Tedavinin, hastalığın durumuna göre, ilaç ile sadaka vermek ile ve dua ile yapılacağı bildirilmiştir. Tecrübe ile tesirleri kati olan, aşı, serum ve mikrop öldürücü ilaçları kullanmak farzdır. Yani Allahü Teâlâ’nın emridir. Tesiri kati olan ilaçlar, gıda gibi olup, ilaç almayıp ölmek günahtır.
Efendim;
Öncelikle şunu çok iyi bilelim; ‘Dert bela gelince uzman doktorların tavsiyelerine uymak gerekir.’ Mesela; Psikolojik hastalıklar için telkin iyi gelmektedir. Telkinle sağlam insana sıkıntı vermek mümkün olduğu gibi, sıkıntılı insanı da tedavi etmek mümkündür. Psikolojik hastalara, bir şeyler söyleyip, “Artık bir şeyin kalmaz, biraz gez” dendiğinde hastanın daha huzurlu olduğu görülmüştür.
Peygamber Efendimiz 3 türlü ilaç kullanmıştır. Kur'an-ı Kerim veya dua okurdu. Fen ile bulunan ilaçları kullanırdı. Her ikisini karışık da kullanırdı. Bizlerde bari her ikisini karışık kullanalım, yani hem dua ile kendimizi tedavi etmeye gayret edip Allahu Teâlâ’ya sığınırken, hemde doktora gidip vereceği tıbbi ilaçları düzenli olarak kullanalım.
Kur'an-ı Kerimin ve duanın tesir etmesi için bazı şartların gözetilmesi gerekir. Okuyanın veya yazanın ve hastanın buna inanması, hastanın zararlı olan gıdalardan, şüpheli ilaçlardan perhiz etmesi, sıcaktan ve soğuktan sakınması gerekir. Okuyanın, itikadının bozuk olmaması, haram işlemekten, kul hakkından sakınması, haram ve habis şey yiyip içmemesi ve karşılık olarak ücret almaması şarttır.
Hadis-i Şerifte, “İlaç kullanmak da kaderdendir, Allah’ın izniyle fayda verebilir” buyuruldu.
Dua da, ilaç gibidir. Allahü Teâlâ dilerse tesir eder.
Hadis-i Şeriflerde buyuruldu ki:
“Dua müminin silahı, dinin de direğidir.” [İbni Ebiddünya]
“Dert bela gelince, Yunus Peygamberin duasını okuyun. Allah, o beladan kurtarır. Dua şudur: ‘La ilahe illa ente sübhaneke, inni küntü minez-zalimin’.” [Hakim]
“‘La havle ve la kuvvete illa billah’ okumak, 99 derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdır.” [Hakim]
“Allahü Teâlâ, istiğfara devam edeni, her sıkıntıdan, her dertten kurtarır, ummadığı yerden rızıklandırır.” [Nesai]
“Sabah-akşam İhlas ve Muavvizeteyni [iki kuleuzüyü] üçer defa oku! Bunlar, bütün belaları, afetleri, sıkıntıları ve istemediğin şeyleri giderir.” [Tirmizi]
“Evinde, Fatiha ve Âyet-el Kürsi okuyana, o gün cin ve şeytan zarar veremez.” [Deylemi]
“Sabah-akşam, üç defa ‘Bismillahillezi la yedurru maasmihi şeyün fil erdi vela fissemai ve hüvessemiülalim’ diyene hiçbir şey zarar veremez.” [İbni Mace]
“Allahü Teâlâ, her gün sabah-akşam yedi defa, ‘Hasbiyallahü la ilahe illahü, aleyhi tevekkeltü ve hüve Rabbül-arşil-azim’ diyenin dünya ve ahiret işlerine kâfidir.” [Beyheki]
Peygamber Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem sıkılınca, “Yâ hayyü yâ kayyûm bi-rahmetike estağîsü” derdi.
Dertlerin, belaların gelmesine sebep, günah işlemektir. Fakat, belalar, sıkıntılar, günahların affedilmesine sebep olur. O halde, dostlara, belalar, sıkıntılar çok gelirse günahları kalmaz.
[Ama tevbe, istigfar edince de, günahlar affolur. Dert ve bela gelmesine lüzum kalmaz. O halde, dert ve beladan kurtulmak için, çok istigfar okumalı.]
Dostların günahını, düşmanların günahları gibi sanmamalı.
“İyilerin, iyilik sandıkları şeyleri, dostlar, günah bilir” buyuruldu. Bunların günah ve kusurları olsa da, başkalarının günahları gibi değildir. Yanılmak ve unutmak gibidir. Niyet ederek, karar vererek yapılmış değildir.
Taha suresinin, “Âdeme önce söyledik. Fakat unuttu. Azm ile, karar ile yapmadı” mealindeki 115. Âyet-i Kerime bunu bildiriyor. O halde, dostlara gelen dertlerin, belaların, çok olması, günahların çok olduğunu göstermez, günahların çok affedildiğini gösterir. Dostlarına çok bela vererek, günahlarını affeder, temizler. Böylece bunları, ahiret sıkıntılarından korur.
Cehennemdeki çok şiddetli azapların, birkaç günlük sıkıntı ile giderilmesi ve günahların temizlenmesi için dünyada sebepler gönderilmesi ne büyük nimettir. Dostlara bu muamele yapılırken, başkalarının günahlarının hesabını ahirete bırakıyorlar. O halde dostlara, dünyada çok dert ve bela vermesi lazımdır. Başkaları, bu ihsana layık değildir. Çünkü, büyük günah işlerler, yalvarmaz, boyun bükmez, ağlamaz ve O’na sığınmazlar. Günahları sıkılmadan ve kasten işlerler. Hatta inat edercesine işlerler. Hatta, Allahü Teâlâ’nın ayetleri ile alay edecek, inanmayacak kadar ileri giderler. Ceza, suçun büyüklüğüne göre değişir. Günah küçük olur ve suçlu boynunu büküp yalvarırsa, bu suç, dünya dertleri ile affolunabilir. Fakat, günah büyük, ağır olur ve suçlu inatçı, saygısız olursa, bunun cezası ahirette sonsuz ve çok acı olmak lazım gelir. “Allahü Teâlâ, onlara zulmetmez. Onlar, kendi kendilerine zulmedip, ağır cezaları hak ettiler” buyuruldu. (Nahl 33)
Cahiller, ahmaklar, “Allah, dostlarına niçin bela gönderiyor da, nimet vermiyor” diyerek, bu sevgili kullara inanmıyorlar. Kâfirler, insanların en iyisine de böyle söylerdi. “Kâfirler, bu nasıl Peygamber, bizim gibi yiyip içiyor, sokakta geziyor. Peygamber olsaydı, kendisine melek gelir, yardımcıları olur, bize onlar da haber verir, Cehennem ile korkuturlardı. Yahut, Rabbi, para hazineleri gönderir veya meyve bahçeleri, çiftlikleri olur, istediğini yerdi dediler...” [Furkan 7]
Böyle sözler, ahiret hayatına inanmayanların sözleridir. Cennet nimetlerinin, Cehennem azaplarının sonsuz olduğunu bilen kimse, dünyanın birkaç günlük belalarına, sıkıntılarına hiç önem verir mi? Bu dertlerin, sonsuz saadete sebep olacağını düşünerek, bunları nimet olarak karşılar. Belalar, sıkıntılar, sevginin, şaşmayan şahitleridir. Ahmakların bunu anlamamasının ne önemi olur.
Allahü Teâlâ cümlemize sağlık, sıhhat ve afiyet versin. (Amin)