HASEDİN KORKUNÇ YÜZÜ
Kur’an-ı Kerim Felak suresinde, “Haset etiği zaman hasetçinin şerrinden” Allah’a sığınmayı emrediyor. Türkçede kıskançlık, çekememezlik tabirleriyle ifade edilen hasedin, önüne geçilemez bir şer olduğunu anlıyoruz. Çünkü haset insanın içinde var olan ve yok edilemeyen bir duygudur. İnsan var oldukça o da var olacaktır. Ancak bu damarın gemlenmesi ve zincire vurulması mümkündür.
Haset hiçbir sebep yokken de depreşir, en küçük bir çıkarın zedelenmesi ya da başkasının kendi emeğiyle elde ettiği bir menfaati elde edememek gibi tamamen mantıksız bir gerekçe ile dahi parlayabilir.
Hz. Âdemin iki oğlu Habil’in Kabil tarafından öldürülmesinin temelinde haset vardır ve bu anlamsız ve hakkaniyetten tamamen uzak bir gerekçe yatmaktadır.
“Onlara Âdem'in iki oğlunun kıssasını dosdoğru oku. Onlar birer kurban sunmuşlar, birininki kabul edilmiş, diğerininki edilmemişti. Kurbanı makbul olmayan, diğerine 'Seni öldüreceğim' dedi. O ise 'Allah ancak takva sahiplerinin ibadetini kabul eder,' cevabını verdi.” (Maide, 27) Bundan sonraki 30. ayette, “Böylece nefsi kardeşini öldürmeyi ona hoş gösterdi, o da onu öldürdü ve hüsrana uğrayanlardan oldu.” buyurarak öldürmenin sebebinin, nefsinin alevlendirdiği haset ve ihtiras olduğuna işaret etmektedir.
Kur’an-ı Kerim onların kıssasını, çok ibretlerden iki temel nedenle anlatmaktadır: Birisi, bu haset illetinin en saçma şekilde, makul bir neden olmaksızın ortaya çıkabileceğine dikkat çekmek; diğeri de hasedin, adam öldürmeye, hatta kardeş katline kadar varan bir sonucuna karşı uyarmaktır. Ayetlerden anlaşıldığı üzere, Habil’in kurbanının kabul edilmesi, kardeşi Kabil’in hased duygusunu harekete geçirmiştir. Oysa onun da kardeşi gibi bir inanç ve samimiyet içinde makbul bir ibadet yapabilirdi. Bunun önünde hiçbir engel yoktu. Ayrıca Kabil’in kurbanın kabul edilmemesinde Habil’in de hiçbir etkisi ve sorumluluğu bulunmamaktaydı. Buna rağmen kurbanının kabul edilmemesinden kardeşini sorumlu tutmuştur. Bu büyük bir insafsızlıktır.
Hayvanlarda da haset duygusu vardır ancak yeme-içmeye yönelik bir çekememezlik olarak ortaya çıkar. İnsandaki haset ise bundan çok daha şeni’ ve sebepsiz olarak da ortaya çıkan şeytani bir duygudur. Bu nedenle Allah’a sığınmaktan başka bu belayı defedecek bir çaresi yoktur. Bazen olur ki hasetçi şahıs, kendisine yapılan iyiliklerden bile rahatsız olur, içindeki hasedin etkisiyle iyiliklere kötülükle karşılık verir. Şeytan, “Sen niçin onun iyiliklerine muhtaç oluyorsun?” şeklinde haset damarını kışkırtarak iyiliğe şerle karşılık vermesine yol açar. “İyilik ettiğin kimsenin şerrinden sakın!”(Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, I, 44.) hadis-i şerifi bu tür hasetçileri ifade etmektedir.
Hasedin temelinde bir küfür mahiyeti vardır. Hasetçi şahıs, haset ettiği kimseye verilen iyiliklerden rahatsız, başına gelen kötülüklerden memnun olur. Bu durumda üstü kapalı bir şekilde ilahi tasarrufu beğenmemiş ve takdir-i ilahiye karşı bir itiraz etmiş olmaktadır. Bediüzzaman bu durumu şöyle ifade etmiştir:
“Hem ona gelen musibetlerden memnun ve nimetlerden mahzun olup, kader ve rahmet-i İlahiyeye, onun hakkında ettiği iyiliklerden küsüyor. Adeta kaderi tenkid ve rahmete itiraz ediyor. Kaderi tenkid eden başını örse vurur kırar. Rahmete itiraz eden rahmetten mahrum kalır.” Bediüzzaman, haset illetinden kurtulmanın çaresini ise şöyle açıklamıştır:
“Hasedin çaresi: Hâsid adam, haset ettiği şeylerin akıbetini düşünsün. Tâ anlasın ki, rakibinde olan dünyevî hüsün ve kuvvet ve mertebe ve servet, fânidir, muvakkattir. Faydası az, zahmeti çoktur.” (YirmiikinciMektub)