KÜRESEL KUŞATMA: BATILILAŞMA

Küresel kuşatma konusunu açmak için, biraz gerilere gitmemiz lazım galiba. Mesela 1839/1840 lı yıllara. Peki, o yıllarda ne mi olmuştu? 19 nci yüzyıla yaklaşırken, İngiliz’i, Fransız’ı, Almanı vs.; birlikte ittifak kurup, İslam coğrafyasında söz sahibi olan Osmanlı Cihan Devletinin parçalanması, ve yerine yeni uydu devletçilikler kurmanın heyecanıyla kolları sıvamış ve Islahat fermanı (aslında ifsadat fermanı demek daha doğru olur) adı altında; bir sözleşme imzalatmıştı. Avrupa ülkelerine çocuklarını tahsil için gönderen birçok Avrupa hayranı ebeveyn; birkaç yıl sonra, tam bir ecnebi ve Frenk kıyafetiyle, zihniyet ve inancıyla dönen çocuklarını gördüklerinde çoğu hayal kırıklığına uğramış ve dünyaları alt üst olmuştu. Çünkü tahsil için, ecnebi ülkelerine gönderilen çocuklara; batı, batıl ve atıl fikirlerini formatlanmış ve geçmişlerini inkar edecek derecede batı hayranı birer varlık olarak eğitip geri göndermişlerdi. Artık, kafalarında Avrupa fesi (o zaman fesi Avrupa’nın başlığı idi. 1829/1925 kadar) oldukları için; sünnet olan sarığı beğenmeyen, cübbeyi eleştirip, smokinli papyonlu, önleri yırtık paltolar, ağızlarında puro, ellerinde beyaz eldivenler ve tam bir ecnebi ruh haletine bürünüp, Avrupai yaşam tarzından başka hiçbir şeyi beğenmeyen, nevzuhur bir nesille karşı karşıya kalmışlardı... Kazanalım derken, kaybetmişlerdi... Öyle ki, artık yavaş yavaş; bu mahrem topraklarda, yaşayan insanların endamı değişmiş ve yerini, Avrupai yaşam tarzına bırakmıştı... Peki, hepsi mi? Tabi ki hayır, ufak tefek istisnaları vardı ama, kahır ekseriyeti böyle bir halin içine düşmüştü. Osmanlı'nın yıkılışı, Avrupa'da tam bir bayram havasına dönüşmüş ve İslam coğrafyası tedrici olarak parsel parsel makaslanmış, aralarına çekilen tel örgüleri ve suni sınırlarla Ümmeti birbirinden koparmayı başarmışladı... Artık bu, İslam alemini yeni felaketlerin beklediği demekti. Çünkü Cumhuriyetin kuruluşundan kısa bir süre sonra, iş başına geçen yeni kadrolar; İslami ne kadar müessese varsa hepsine savaş açmış, idam sehpalarıyla memleketi baştan başa, tabir caizse tam bir açık hava hapishanesinde çevirmişlerdi! Tabi, küresel kuşatma dediğimiz doymak ve durmak bilmeyen, bir yandan kapitalizm (paraperestlik) Liberalizm (kural tanımazlık), Sekülerizm (Dünyevileşmek); de kene gibi toplumun yakasına yapışmış ve özellikle Müslümanların madde sevdasına tutulma yolculuğu da başlamış oluyordu! Islahat fermanıyla temelleri atılan batılılaşma hareketi; kısa aralıklarla seyrine ara vermek zorunda kalmışsa da II Sultan Abdülhamid'in tahttan halledilmesinden hemen sonra, malum zihniyetin önü açılmış ve kaldıkları yerden devam etmişlerdi! Ve böylece, Müslümanların ne kadar değer yargıları varsa, hepsi birer birer yok ediliyor, yerine Avrupa'dan ithal edilen yaşam tarzları dikte ediliyordu, hemde silah ve kanunların zoruyla... Alfabeden kılık kıyafete, eğitim müfredatından yaşam tarzına varıncaya kadar; her şey yeniden dizayn (düzenleme) ediliyordu. Sinema, müzik, müstehcenlik, nikahsız birliktelikten mahremiyetsizlik, dine ve dindarlara hakaret içeren sinema filmleri, batı tarzı şarkılar vs.ye varıncaya kadar; şehit kanlarıyla sulanmış olan bu kadim ecdad toprakları adeta kirleniyordu, kirletiliyordu karış karış!... Bu bir kuşatma idi, hemde çepeçevre bir kuşatma!... O günlerde yapılanları tasvip edip yaşayanlar ve onlardan sonra bayrağı devralan, kalem ve kelam sahibi birçok kimse; artık yerli yani İslami eser ve değerlere burun kıvırıyor, terakkinin (yükselmenin), Avrupa'nın örf, adet ve geleneklerini yaşamaya bağlı olduğuna inanmakla, geçmişlerinin üzerine körü körüne kalın çizgiler çekiyorlardı adeta! Ne kadar acı, ne kadar hazin bir başlangıca adım attıklarını dahi bilmeyecek kadar bağlanmıştı basiretleri. Artık tüm rüyaları, yatıp kalkmaları, yemek yemeleri, içmeleri (tabi çoğu artık su yerine muskirat içiyorlardı çünkü aydın (!) olduklarını zannediyorlardı), giyinmesini, gezip tozmaları hepsi Avrupai olmuştu. Karma sınıflarda eğitim, kız erkek arkadaşlıkları, flört, çıplaklık alışkanlığı, gece alemleri, içki toplantıları vs. başını alıp giderken, bu şeylere karşı çıkanlar ise, zindanistana ya da kabristana yollanıyorlardı. Çünkü, küresel kuşatma denilen batılılaşmaya evet diyen o günün kadroları; karşı rakip kabul etmiyor, yeni ve gelecek nesillerin bozulmaları için ellerinden gelen her gayreti sarf etmekle; Avrupa keferesinin bir dediğini iki edemiyorlardı artık!... Küresel kuşatma denilen serüvenimiz, Islahat fermanı diye adlandırılan batılılaşma ile başlamıştı. Zira, buna göre; hukuk önünde Müslüman ile gayri Müslim, bundan böyle birçok konuda aynı haklara sahip olacak ve gayri muslimlere seçme seçilme hakkı da verilmiş oluyordu... Islahat fermanını, Gülhane parkında okuyan, Hariciye Nazırı Mustafa Reşid Paşa; Osmanlı İslam toplumundan Islahat dedikleri şeyin aslında, tam bir, kuşatma olduğunu ya hesaba katmamıştı, ya da batıya olan hayranlığından dolayı basireti bağlanmıştı... (daha geniş malumat için, TDV. İslam Ansiklopedisinin ilgili maddesine bakılabilir) Süreç işlerken, kos koca bir Devlet; günden güne kan kaybediyor ve duyyun-i umumuyyenin çıkmazına doğru sürükleniyordu!... En son Osmanlı Rus harbinde, Osmanlı'nın Almanyanın yanında yer almasıyla birlikte; hem savaş kaybediliyor hemde tam dağılma sürecine girilmiş oluyordu! İttihat ve Terakki tayfası zaten durmadan, Hürriyet yok istibdat var diye diye diye, II Abdülhamid Hanı tahttan indirdikten sonra; koca bir cihan devletinin parçalanmasını adeta sevinçle seyrediyorlardı. Sonrası malum!... Şu hakikati asla unutmayalım: "Malikü-l Mülk Aziz ve Celil olan Allah, kullarını sınamak için; iki seçenek arasında, hür tercihiyle baş başa bırakır. Şayet kendisine verilen nimetin, kuvvetin ve iktidarın hakkını Adaleti ikame ederek gözetirse, Allah da onlara nimetini artırır. Aksi halde, ne olursa olsun onu geri alır. Toplumlar, en fazla değeri eşyaya verdiklerinde; Allah insanın değerini düşürür eşya pahallı olur. Yok insanı hakikat için inşa etmeye gayret ederse, bu defa, Allah (c.c) insanın değerini yükseltir, eşyayı uzuc yapar. Zaten, her şey insan için yaratılmış değil midir?...