MEZHEPSİZ SAPKINLAR
Korona virüs gündemi ele geçirmiş, her gün ilk sıradaki yerini koruyor, Elbette korunmak gereken bir beladır ancak ondan çok daha tehlikeli olan ve ebedi hayatı tehdit eden daha korkunç şeytani virüsler vardır. Bunlar Müslümanların manevi ve dinî hayatına girip kalp, akıl ve imanlarını tahrip ediyor. Daha çok gençler arasında içten içe yayılım gösteren bu şeytani virüslerden biri de “mezhepsizlik sapkınlığı”dır. Korona’nın, güçsüz vücutları tutup yere serdiği, bazısını da öldürdüğü gibi, bu şeytani virüs de maneviyatı ve inanç yönünden zayıf olanları etkileyip günah batağına, ya da ebedi cehennemle sonuçlanan küfür karanlığına sürüklüyor. Bundan korunmak için inanç ve bilgi yönünden güçlü olmak, şüphelere karşı dirençli olmak gerekiyor.
Mezhep, tek amaçları Allah’ın razı olduğu hususları ortaya çıkarmak olan Kur’an ve sünneti bütün incelikleriyle araştırıp inceleyen yüksek ilim sahibi büyük âlimlerin çabasıyla hikmet-i İlahiye’nin oluşturduğu bir içtihat kurumudur. Bunlar dilekçe verilerek kurulmamıştır. Ortaya koydukları her bir görüşleri Kur’an’a ve sünnete dayanan Fıkıh âlimlerin etrafında toplanan ümmetin teveccühü ve ilahî hikmetin tensibiyle ortaya çıkmışlardır. Kur’an ve Sünnetin çeşitli hayat tarzlarına yansımalarıyla tezahür etmiş olan, “ehl-i Sünnet” ya da “Hak” vasıflarını hak eden ve günümüzde de yaygın mensupları bulunan Şafiî, Hanefî, Malikî ve Hanbelî mezhepleri, asırlardır Kur’an ve Sünnete ayna olmuş mahiyetleriyle müminlerin yollarını, kalplerini ve ruhlarını aydınlatmayı sürdürüyorlar. Başka bir deyişle mezheplerden her biri, birbirinden farklı şartlara sahip hayat tarzlarına Allah’ın rızasına dayalı olarak İslam’ın uygulama biçimini ifade eder. Her Müslüman bunlardan birini kendisine daha yakın, hükümlerini daha isabetli bulabilir ve sonuçta kendi hayat tarzına uygun mezhebe tabi olmakta özgürdür. Kendi hayat şartlarına uygun bulmadığı diğer mezheplere tabi olmamakta da özgürdür. Hatta o mezhep âlimlerinden daha yüksek ilmi yetkinliğe sahip bir kimse ise, bütün ayet ve hadislere bütün incelikleriyle, hüküm ve içtihat şartlarını haiz bir tarzda vukufiyeti varsa, bu durumda hiçbir mezhebe tabi olmayabilir, kendisi bir mezhep konumunda olur.
Ama Kur’an ve hadisin dilini bilmediği halde meal ve tercümelerden faydalanarak ictihada kalkışıyorsa, ayet ve hadislerin çoğunu bilmiyorsa, Kur’an ve Hadis ilimlerinden habersiz ise, içtihad şartlarından hiçbirini taşımıyorsa, kendini âlim zannedip sahabeyi ve mezhep imamlarını kibri ve dar aklıyla suçlayıcı bir vaziyete düşmüşse işte yukarıda sözünü ettiğimiz şeytani virüsü kapmış demektir. işte bu bir tür sapkınlıktır. Bunlara “mezhepsiz sapkınlar” diyoruz.
Allah Resulü (ASV)’ın üzerlerine titrediği, Kur’an’da defalarca “Allah onlardan razı olmuştur” diye övgülerle anlatılan Sahabe-i Kiram’a bile dil uzatan bu edepsiz güruhtan, mezhep imamlarına saygı göstermeleri beklenmez. Bunlar, ilmî yetersizliklerinin yerine kibir dolduran, bir hocaya talebe olma liyakatleri bile olmadığı halde kendilerini âlimlerin üstünde gören kimselerdir. Bağdatlı Ruhî, “Dün mektebe vardı bugün üstâd olayım der” sözüyle bu tür kendini bilmezlere dikkat çekmiştir.
Bu mezhepsiz sapkınlar, batıl, kendileri gibi hak yoldan sapmış fırkalar ile Hak olan ve Kur'an ve sünnete bağlı olan Mezhepleri bir tutuyorlar. Bu hususta bilgileri yetersiz olanların kafalarını karıştırarak etkilemeye çalışıyorlar. Unutulmamalıdır ki, Şafiî, Hanefî, Malikî ve Hanbelî hak mezhepleri dışındaki Kur’an ve Sünnete bağlı olmayan diğer oluşumlar, yanlış yolda olan fırkalardır, mezhep değildir.
Müslümanlar içinde sapkın gruplar oluşturarak İslam dinine zarar vermek için İslam düşmanları tarafından on yıllardır Avrupa ve Amerika destekli bir proje hazırlanmış, kendilerine yakın bir kısım İlahiyatçılar kullanılarak aşamalar halinde uygulanmaya konmuştur. Önce sahabeleri gözden düşürme, büyük sahabilere dil uzatma ile başlandı. Sonra peygamber (ASV)'ı sıradanlaştırma faaliyeti ve hadis inkârcılığı yapıldı. Ehl-i sünnet âlimlere saygısızlık ve mezheplerin gereksizliğini ortaya koymak da bir aşamaydı. Bunların nihai hedefi Kur’an’ı inkârdır. Kendilerini gizlemiş münafıklar bilerek, bazı ahmaklar da bilmeden bu din düşmanlarının projesine alet oldu.
Mezhep âlimleri, Kur'an ve Sünneteki hükümleri bizim için bulup çıkarmışlardır. Onların ölçüsünde bir niyete, yeterli bilgi ve hüküm çıkarabilme yetkinliğine sahip olan kişi, hiç bir mezhebe uymayabilir, kendisi hükmü çıkarabilir. Ama bunları bilmiyorsa, bir mezhebe uymak zorundadır.
Bunu şöyle bir misalle akla yakınlaştıralım:
Birisi size dese ki: "Niçin hastalanınca doktora gidiyorsun, sonra eczaneden ilaç alıyorsun? Bütün ilaçlar ottan, çiçekten, tohumdan, ağaçtan, topraktan yapılıyor. Eczanelerde bulunan ve doktorların reçetede yazdığı ilaçlar uydurmadır, sahtedir. Siz eczaneyi doktoru bırakın, kendiniz ilacınızı yapın." Siz onun dediğini yapar mısınız? Bu dedikleri doğru olur mu? Asırlardır büyük emekler verilerek araştırmalar ve deneyim sonucu hastalıklara çare olarak üretilen ilaçları basite almak mantıklı olabilir mi? Herkes ilaç yapabilir mi? Siz karar verin. Eminim, “Bunlar deli saçması!” der, geçersiniz..
Elbette, bütün bitki, çiçek, tohum, tabiatta bulunan her şeyi elementleriyle, kimyasıyla en hassas ölçümleriyle ve hangi hastalığa ne miktarda ilaç olacağını biliyorsanız, yetkinliğiniz, araştırma, deneyiminiz ve istenen miktarda temin etme imkânınız varsa, o zaman eczaneden ve doktordan ilaç almayabilirsiniz. Ama bu mümkün değilse, bu konudaki saçma tavsiyelere uymazsınız, hatta bu saçmalıkları en sert şekilde sahibine iade etmek istersiniz.
Aynen mezhep de eczane misali, tıpkı tabibin teşhis edip sunduğu reçete gibi Kur’an ve sünnetten tespit ettiği dini ilaçları istifademize sunuyor. Bu itibarla Haktan şaşmamak için hak bir mezhebe uygun davranmak, mezheplere karşı çıkan cahillere aldırmamak gerekir.
Mezhep âlimlerine işaret eden ve onlara tabi olmayı isteyen ayetler vardır. Birkaç ayetin mealini örnek olarak veriyoruz:
1.“Kendilerine güven veya korku hususunda bir haber geldiğinde, onu hemen yayıverirler. Hâlbuki onu peygambere ve kendilerinden olan ulü’l-emre götürselerdi, onlardan hüküm çıkarmaya gücü yetenler, elbette onu bilirlerdi. Allah'ın üzerinizdeki lütfu ve rahmeti olmasaydı, pek azınız hariç, şeytana uyardınız.” (Nisa, 83) Ayette “hüküm çıkarmaya gücü yeten ulü’l-emr” sözü, işin ehli olan mezhep âlimlerini, yani müçtehitleri ifade etmektedir. .”
2.“Bana yönelen kimsenin yoluna uy.” (Vettebi’ sebîle men enâbe ileyye) (Lokman, 15.) ayeti de Allah’a yönelen kimsenin yoluna uymayı emretmektedir. Mezhep imamlarımızın Allah’a yönelmeyen bir yolda olduklarını hiçbir insafsız bile iddia edemez.
3.“Müminlerin hepsinin toptan savaşa çıkmaları doğru değildir. Onların her kesiminden bir grup dinde fıkıh çalışması yapmak (yeterli bilgi sahibi olmaya çalışmak) ve seferden dönen kavimlerini uyarmak üzere geride kalmalıdır. Umulur ki (günahlardan) sakınırlar.” (Tevbe, 122.) ayeti her kavimde dini öğreten fıkıhçı kimseler bulunması gerektiğini ve bunların savaşa gitmekten de muaf olduklarını bildirmektedir.