İNSAN HAKLARI VE DİN
Eşref-i mahlûkat istidadıyla yaratılan ve yüce hasletlerle donatılan insan, yaratıcısı tarafından yeryüzünün halifesi olarak tayin edilmiştir. İnsan, bu konumuyla yağa benzer; yağ bütün canlılarca aranan en değerli özdür, kuvvettir, lezzettir. Bazı yörelerimizde yağ imana benzetilmiştir, örneğin yağsız yoğurt için “imansız yoğurt” tabiri kullanılır. Böylesine değerli ve zorunlu bir ihtiyaç olan yağ, bozulunca öldüren bir zehire dönüşür.
İşte insan da böyledir, mahlûkat içinde en değerli, en şerefli özelliklerle yaratılmıştır. Ruh itibariyle en güzel donanıma sahip kılındığı gibi, vücut itibariyle de en güzel surettedir. Rabbini hakkıyla tanıyıp ona itaat etmek suretiyle mahiyetine tohum gibi derc edilen yüce duyguların ve meziyetlerin inkişaf etmesini sağlayabilir ve en mükemmel konuma yükselebilir. Ama bunu gerçekleştirmeyip bozulursa, yağın bozulması gibi zehir haline gelir; en tehlikeli bir yaratık olur; “eşref-i mahlûkat” rütbesinden “eşek-i mahlûkat” derekesine düşer.
Irkları, renkleri, güçleri, ekonomik durumları, cinsiyetleri birbirinden farklı olmakla birlikte her insana yüce yaratıcı tarafından eşit haklar tanınmıştır. Allah’ın belirlediği haramlara iradesiyle girmemek şartıyla, helal dairesinde herkes eşit ölçüde özgür kılınmıştır. Herkes kendi hakkıyla iktifa etmek, başkasının hakkını çiğnememekle sorumlu tutulmuştur.
İnsanların birbirlerinin haklarını çiğnemeleri, İnsanı insanlıktan çıkaran; tehlikeli, muzır ve en aşağılık bir yaratık konumuna düşüren en büyük cürüm, haksızlık yapmasıdır. İnsanın insana verdiği zararı, yaptığı zulüm ve tahribatı, onun dışındaki hiç bir mahlûk yapmamıştır. Atalarımız, “ağacı kesen baltanın sapı da ağaçtır” sözüyle insana gelen her türlü zararın, hemcinsinden geldiğine dikkat çekmişlerdir.
Kendini esma-i Hüsna’dan “Hak” ismiyle de tanıtan Allah, kullarına tanıdığı bütün hak ve özgürlükleri, ilahi kanunlar olarak Kur’an’da ve peygamberinin sünnetiyle halinde tüm insanlığa bildirmiştir. İnsan haklarını en kapsamlı ve en adaletli şekilde ortaya koyan “din” dediğimiz bu ilahi yasalardır. Bu ilahi yasalara uyulmaması, şu veya bu şekilde çeşitli şeytani tuzaklarla ya da zorbalıkla hakların ihlal edilmesi öteden beri insanlığın en büyük sorunu olmuştur. Hak ihlallerini ve zulümleri önlemek adına uluslararası birçok örgütler, beyannameler, yaslar ve mahkemeler oluşturulmuştur. Ne yazık ki adaleti sağlamak şöyle dursun, tüm bu kuruluşlar, güçlülerin haksızlıklarına kılıf bulmaktan ve güçlüyü haklı saymaktan öteye geçmemiştir. Oysa Allah’ın dininde adalet, “hak güçte değil, güç haktadır” temeli üzerine kurulmuştur. Demek gerçek adalet, insan haklarının korunması yalnızca Allah’ın dininde bulunmaktadır. Bilinmelidir ki, hiçbir beşeri kanun ve düzen, İlahi kanunlara uygun olmadıkça insan haklarını koruyamaz, huzur sağlayamaz, haksızlıkları bertaraf edemez.
İnsana tüm varlıkların üstünde bir değer tanıyan, kâinatı bütün müştemilatıyla onun hizmetine veren ve ona sayısızca nimetler bağışlayan yüce Allah’tan başka hangi düzen, hangi mahlûk hak ve adaleti sağlayabilir? Allah’ın yasaları dışında hangi beşeri yasalar adaleti gerçekleştirebilir? Buna imkân var mı?
Beşer yapısı kanun ve düzenler, diğer insanlara gerçekçi bir adalet sunmaktan acizdir. Bu nedenle gerçek adaletin sağlanması için zorunlu olarak insanüstü yasaların bulunmasına ihtiyaç vardır. O yasalar da Allah’ın dini İslam’dır.
Kâinatta, insana sunulan her şeyde büyük bir şefkat görünüyor. Güneşin ısı ve işık sunması, yağmurların tüm canlılara rahmet olması, hava ve suyun en şefkatli bir vaziyette bulunması, ağaçların, bitkilerin, meyvelerin insanla ilgili büyük güzellikler taşıması, insana yönelik külli bir şefkatin yansımasıdır. İnsana karşı merhametini her şeyde izhar eden Yüce Allah’ın, elbette ki vahiyle gönderdiği kanunları da insan için en hakkaniyetli, en doğru, en uygun ve en mükemmeldir.