DİNİ-DAR-LARIN DİN ADINA İNSANLARI SÖMÜRMELERİ

Vakt-i zamanında, doğu Anadolu’dan bizim yörenin bir köyüne fahri İmamlık yapmak için biradam (!) gelir. Adam Hoca dediysem de, (iyileri başımızın tacı; iyilik namına olan vaaz ve nasihatleri gönlümüzün ilacı) bu öyle böyle bir hoca değil de, hurafeler deryasına batmış ve sırılsıklam olup çıkan türlerinden. Neyse, günlerden bir gün köyün ileri gelen adamı; hem oğlunu evlendirir hem de küçüğünü sünnet ettirir. Yani iki düğün, bir arada misali! Hatırlayanlar iyi bilir, eskiden sünnetçilerin çoğu Tillo’dan bizim yöreye gelirlerdi. Düğün ve sünnet işlemeleri sona erdikten sonra, sıra evlenen çiftlerin nikâhlarını kıymaya gelir. Evin reisi, Hocaya, Hocam! Ne yapmamız lazım der? Hoca olan adam ise, iki şahit gelinin yanına gidip hem vekâletini alsınlar; hem de nikâh ücreti olarak hocaya verilecek olan meblağın, bizatihi gelin tarafından ikrar edilmesine şahit olmalarıgerektiğini onlara söyler (!) Şahitler hocaya: Hocam! Meblağın ne kadar olması lazım dediklerinde; Hoca (hurafeci adam) elli liradan çok, otuz liradan da az olmayacak, diye cevaplar… Tabi tüm bu olup bitenleri sessiz sedasız bir şekilde dinleyen Sünnetçi olan kişi ise, kendi kendine mırıldanmaya başlar! (Çünkü eskiden sünnetçiler, sünnet ettikleri çocukların iyileşmeleri için birkaç gün o köyde beklerlerdi) Derken şahitler, gelinin yanına gidip gelirler. Hoca, şahitlere sorar: “Gelinin (rızasını) Vekâletini aldınız mı? Şahitler de evet hocam derler. Peki, ya hocaya ne kadar ücret verelim diye geline sordunuz mu? Şahitler: Evet, hocam derler. Peki, gelin ne dedi? Gelin, hocaya on lira verin yeter dedi. (Gelinin Maşallahı var, uyanıkmış meğer) Tabi meblağı az bulan Hoca’nın (hurafeci adam), yüzü buruşur ve tekrar sorar şahitlere; bunu geline kaç defa tekrarlattınız? Diye sorduğunda, şahitler üç defa sorduk, gelin de her defasında; on lira verin yeter dedi. Hoca, cinliğini ortaya koyup, (hurafeci adam) tamam! Zaten üç kere on, otuz eder, diyerek kendi payını garanti eder. Tüm olup bitenleri dinleyen sünnetçi, dayanamaz ve Hurafeci hocaya; “yahu siz, bu ilminizi nereden ve hangi kitaplardan aldınız, hele bize söyleyin de biz de bilelim dediğinde; Hurafeci adam, Sünnetçinin konuşma lehçesinden onun doğulu ve ilme vakıf bir adam olduğunu anlar ve kendini toparlar. Sonra, sünnetçiye dönüp ve efendim siz nerelisiniz diye sorduğunda; Sünnetçi: Ben Tillo’luyum der! Tillo ismini duyan Hurafecinin beti benzi değişir ve (o zamanlar Tillo ilmin merkezi mesabesinde bir yer olduğu için, oralı olanların çoğu da âlim idi) Ve bizim hoca olacak hurafeci adam: Efendim huzurunuzda terbiyesizlik ettim beni bağışlayın dediğinde, sünnetçi ona: siz Allah ve resulünün huzurunda terbiyesizlik ettiniz, ilim üzerinde ticaret yapıp insanların cehaletinden istifade ederek onları sömürüyorsunuz diye, bir güzel azarlar. Şimdi asıl olan mesele şu: “dünya çağ atladı diyorlar, zaman hızla ilerlemekte, teknoloji hayatın her alanına girdi; iyi tarafıyla kötü tarafıyla, modern dünya her geçen gün daha da değişmesine rağmen; hala bazı dini-dar olan insanların, “dini argümanları kullanan”, hurafeci, Bid’at çı ve şarlatanların yalanlarına kanıp yoldan çıkmalarına akıl sır erdirmek gerçekten çok zor. Hala, her sakallıyı hoca, her cübbeliyi de ermiş zannedip, onların kadrajına giren milyonlarca kiralık akıllı zavallı var. Adama bakıyorsunuz köyü, arazisi var, şehirde en lüks yerde oturmakta, her ay altı yedi bin lira gideri var; beri tarafta elinin emeğiyle geçinen insanların elindekine göz dikip onları; hocalık, şeyhlik adı altında; sömüren bir sürü vicdansız ve izansız adam var! Bu tür hadiseleri duydukça kahır oluyorum, ve “ he ya hocam başıma da geldi diyeni de boğasım gelmekte! Ya Allah aşkına söyleyin, “insanların elindekini alıp onları sömürmenin, dinde yeri yurdu, ismi cismi var mı? Bundan üç ay önce, ara sıra kendisinden et aldığım kasap bir arkadaşımın söylediklerini duyunca; kanım dondu. Kasap arkadaş dedi ki, ya hocam filan adamı bilirsin değil mi? Evet, uzaktan bilirim dedim…İşte o adam babamın Şeyhi. Haftada mutlaka bir sefer dükkâna gelir, kuzu etinden bir kilo alıp gider; parasını da vermez. Hem de, et isterken; sanki dükkân bizim değil de kendisininmiş gibi; şu makinenin ağzını güzel temizleyin demeyi de ihmal etmez! Hikâyenin daha arkası da var, konu uzar diye kısa kesiyorum. Kasabın küçük kardeşi bana, Hocam ben abime babama; bunlar din üzerinden insanların ekmeğini ellerinden alan birer sömürgeci olduklarını söylediğimde, abimle babam bana: “öyle söyleme,bak sonra başın bir iş gelir diye beni uyarıyorlar! Şimdi hangi birine yanayım? Şeyh olduğunu söyleyip, insanları sömüren ermiş (!) müsveddesine mi? Hür iradelerini başkasına kiraya veren uyumuş zavallılara mı? Yoksa Dininden bi-haber yaşayıp, dini mesele ve konuların sadece belirli şahısların tekelinde olduğuna inanmış/inandırılmış olan zerzevat türünden karaltılara mı? Kendinizi hiç kimseye sömürtmeyin. Öncelikli Referansınız Kur’an, Sünnet, İcma ve kıyas-ı fukaha olsun! Kalın selamette.