İDLİP… UTANIYORUZ…
Söz bitiyor, elimizden bir şey gelmiyor. Çocuklarımıza bakıyoruz, ekranda İdlip'teki çocukları izliyoruz, utanıyoruz. Elimizin aciz kaldığı yerde duaya duruyor dilimiz, dilimizden utanıyoruz, semaya kalkan ellerimizden utanıyoruz, dua ediyoruz duamızdan utanıyoruz, gözyaşı döküyoruz gözyaşımızdan utanıyoruz, sesimizden, sözümüzden, duyarsızlığımızdan utanıyoruz, kendimizden utanıyoruz, insanlığımızdan utanıyoruz, böyle bir dünyada yaşıyor olmaktan dolayı kahroluyoruz.
Bir kez daha, bir kez daha, bir kez daha fotoğraflar dolaşıyor her tarafta… Görüntüler, görüntüler, görüntüler… Acıya dair görüntüler, çaresizliğe dair görüntüler, gözyaşına dair görüntüler. Görüntülerden geriye, bize ne mi kalıyor? Eziliyoruz… Utanıyoruz… Kahroluyoruz… Çaresizlik, acizlik, utanç, koskocaman bir utanç kalıyor payımıza.Bir kez daha çocuklar ölüyor, bir kez daha söz tükeniyor, bir kez daha sessizliğin çığlığında boğuluyoruz, bir kez daha annelerin payına ağıt düşüyor ve biz bir kez daha sadece ve sadece utanıyoruz…
İdlip’te insan ölüyor, insanlığımız ölüyor, kadınlar ölüyor, çocuklar yaşlılar çaresiz insanlar… Ölüyorlar. İnsanlık mezar taşını dikiyor İdlip’e. Savaştan kaçıyorlar, katliamdan kaçıyorlar, açlığa, yokluğa, soğuğa kaçıyorlar! Ölüm yağıyor İdlip'in üzerine vahşet yağıyor, susuyoruz, utanıyoruz…
İdlip’te bir anne, tekerlekli sandalyede kucağındaki kedisine sarılıyor, ağlıyor… Vicdanını yitirmiş dünyaya, merhameti tüketmiş insanlığa kucağında sarıldığı kedisiyle merhamet dersi veriyor… Kim bilir belki de insanlıktan ümidini kestiği için, dünyadan umudunu tükettiği için, sağırlaşmış kulaklardan, görmez gözlerden, hissetmez kalplerden beklentisini yitirdiği için kedisine sarılıyor… Dünya sadece seyrediyor…
Taşınması en zor yükü insanın; kalbi... Cahit Zarifoğlu’na atıfla söyleyelim, gün geçtikçe ağırlaşıyor kalbimiz. Evet, gün geçtikçe ağırlaşıyor yüreklerimiz, yaşadığımız günler “ne çok acı var“ dedirtiyor. “Ne çok acı var”; yaşadığımız coğrafyanın içinden geçtiğimiz günlerde hali pür melalini ortaya koyan, kısa, net ve hazin bir cümle. Her tarafımız kanıyor, biz bir tarafa bakarken başka bir tarafımız kanamaya başlıyor, biz bir tarafa üzülürken, bir tarafın henüz acısı bile dinmemişken başka bir tarafın acısı ile irkiliyoruz. İdlip’e bakıyoruz, Doğu Türkistan’a, Filistin’e bakıyoruz, dünyaya bakıyoruz... Sadece bakıyoruz, çokça bakamıyoruz bile... Ne çok acı var…
İdlip’te; zalimler ölüm yağdırırken mazlumların üstüne, günlerdir, haftalardır, bombalar yağıyorken insanlığın üstüne, ümmet suskun iken ne acıdır ki mazlumların Allah'tan başka sahibi yok... Ve bizim yalvarmaktan, yakarmaktan, duadan öte yapabildiğimiz bir şey yok yine…
Ya KAHHAR! Ya Kahhar, diye biliyoruz başka da bir şey diyemiyoruz, duyarsızlığımıza da kahrediyoruz. Görüntüler, fotoğraflar çepeçevre kuşatıyor her tarafımızı sadece izliyoruz,her geçen gün biraz daha hissizleşiyoruz, her geçen gün biraz daha uzaklaşıyoruz insanlığımızdan, her geçen gün biraz daha uzaklaşıyoruz Müslümanlığımızdan. Suriyeli çocukların gözlerindeki acıyla kahroluyoruz, yüreğimiz daralıyor, sıkılıyoruz, utanıyoruz...