“ANAM BABAM SANA FEDA OLSUN YA RESULULLAH” DEYİŞİNİ ÖZLEYECEĞİZ
Hz. Peygamberin üzerine korunaklı kalelerinden Yahudilerin büyük taş yuvarladığını anlatırken ve “Allah, seni insanlara karşı koruyacak Habibim” ayet-i kerimesini okurken Hz. Peygamberin yerinde olmak istedik.
Hz. Ebubekir’in (Radıyallāhu Anh/Allah ondan razı olsun) Hz. Muhammed’e (Sallallâhu Aleyhi ve Selem/Allah’ın selamı onun üzerine olsun) mağaradaki can yoldaşlığını anlatırken Hz. Ebubekir’in yerinde olmak istedik.
Yahudilerin okla kolundan yaraladığı ve oluk oluk kan kaybeden Saad bin Muaz’ın o esnada “Ya Resulullah daha gencim, güçlüyüm, kuvvetliyim ama bu kandan dolayı öleceğim. İslam’a daha fazla hizmet etmek istiyorum” dediğini anlatırken Saad bin Muaz’ın yerinde olmak istedik.
Atatürk adının geçtiği her yerde rejim korkusundan insanlar saygı duruşuna geçerken, o diğer liderleri eleştirdiği gibi onu da eleştirdi. Başörtüsü zulmüne karşı mağdurlarla dayanışma içerisinde oldu. Ortadoğu’da Amerika’nın işgallerine karşı yürüyüşlerde başı çekti. Sloganlarında lanetlemek için Siyonist İsrail’i eksik etmedi.
Aile içi geçimsizliklerde İslamiyet’te kadının bambaşka bir yerinin olduğunu hatırlattı ve ezber bozdu. Ona uyanlar, evin hizmetçisi muamelesi yaptığı kadını adeta başlarına tac etti.
Et Balık Kurumunun camisinde Cuma hutbelerinde konuşurken, Diyanet’in kürsülerde imamların eline tutuşturduğu kağıtların birer paçavra olduğunu kanıtladı bizlere.
Kimsenin meydanlara, kürsülere, ekranlara, mikrofonlara çıkmaya cesaret edemediği dönemlerde o şehir şehir dolaşıp Hz. Peygamber’in cesaretini, sahabenin duruşunu, Müslümanın durması gerektiği yeri anlatıp zulme başkaldırdı.
Ve bunun bedelini tehdit edilerek, baskı yapılarak hatta demir parmaklıklar arkasına atılarak ağır bir şekilde ödedi.
Hayali Diyanet’e bağlı olmayan, maaşını devletten almayan, İslamiyet’te olması gerektiği gibi bir cami açmak ve talebeler yetiştirmekti. Çevresindeki mollalar, hocalar, imamlar onu anlamadı ve kendi aralarında ihtilafa düştü. Kimi Gülencilerin, kimi Kürt çizgisinin önemsendiği cemaatlerin, kimi de siyasetin içerisine dalarak o güçlü birlikteliği darmadağın etti ve onu yalnız bıraktı.
O da adeta hayata küsercesine kendisini yoksullara adadı ve kendisini Aşevine kapattı.
Siyasete, her dönem siyasi patiler tarafından getirilen milletvekilliği, belediye başkanlığı gibi cazip teklifleri reddetti.
İktidarlara birazcık göz kırpsa bir eli yağda bir eli balda olabilecekken, o babasından kalma avlulu evde mütevazi bir hayatı benimsedi.
88-90 yıllarında eski Kardeşler Camisinin yanındaki medresede sohbetlerini kaçırmamaya çalışırdım. Şimdi Çin’de yaşayan Halil Kaynak arkadaşımla buluşur, medreseye gider, Aziz Hocanın sohbetlerini dinler, sorular sorar, gece eve giderken kritiğini yapardık dinlediklerimizin.
Askere gitmek üzere bir sohbet bitişinde Aziz Hoca ile hüzünlü bir şekilde vedalaşırken, “Mustafa sen de ne büyüttün bu askerliği kepi bir sağa çevirirsin, bir sola çevirisin bir bakarsın askerlik bitmiş” diyerek moral verdi.
Hayat da böyle bir şey işte…
Bir bakıyorsun bitmiş…
Hiç konduramadım Korona illetini Aziz Hocaya. Hayatın her türlü zorluğundan geçen ve zorbalara başkaldıran Aziz Hocanın Korona’yı da yenebileceğini düşündüm hep. Çoğumuz öyle. Onun için herkes benim gibi şokta.
Molla Sait Hoca (Radıyallāhu Anh/Allah ondan razı olsun) gibi talebesi Aziz Hoca da yok artık. Gittikçe karanlığa gömülüyor kentimiz. Alimlerimiz birer yıldız gibi kayıyor ve yenileri yetişmiyor.
En çok, “Anam babam sana feda olsun Ya Resulullah” deyişini özleyeceğiz Aziz Hocanın. Bugün melekler saf saf durur inşallah cenaze namazında…