ORUCA GÜCÜ YETMEYENLER
Ramazan-ı Şerif gelince oruçla ilgili sorular artıyor. En çok sorulanlardan biri mazeretinden dolayı oruç tutmayanların ne yapması gerektiği ve fidye ile ilgili sorulardır. Oruçla ilgili merak edilen her şey fıkıh veya ilmihal kitaplarının oruç bölümlerinde genişçe anlatılmıştır. İsteyen herkes bu kitaplara bakıp oruç bahsini öğrenebilir, bilgilerini tazeleyebilir. Ancak genel olarak halkımızda böyle bir alışkanlık bulunmadığı için, işin kolayına kaçıp hocalara sorarak cevap almaya çalışırlar.
Oruç tutmayı emreden Yüce Allah, merhametinden dolayı hastalara, seferi olanlara ve oruca gücü yetmeyenlere tutmamaları için izin vermiştir. Hadis-i Şerifte, “Allah yolculuk yapandan orucu ve namazın yarısını kaldırmıştır. Hamile ve emziren kadından da oruç tutmayı kaldırmıştır.” (Tirmizi, Savm, 21) buyrularak, hamile ve emziren kadınların da oruç izninin kapsamında oldukları belirtilmiştir.
Oruca gücü yetmeyenler, “yaşlılıktan yahut iyileşme ümidi kalmamış bir hastalıktan dolayı oruç tutamayanlar” olarak açıklanmıştır. Hastalar iyileştikten ve seferi olanların seferiliği bittikten sonra tutmadıkları günleri kaza etmekle yükümlüdürler. Ancak iyileşme durumu olmayan hastalar ile yaşlılıktan dolayı oruca gücü yetmeyenler için kaza yükümlülüğü yoktur. Onlar, tutmadıkları her bir gün karşılığında bir fidye verirler. Bu durum Kur’an’da şöyle bildirilmiştir:
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı. Oruç, sayılı günlerdedir. Sizden kim hasta, ya da yolculukta olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutar. Oruca gücü yetmeyenler ise bir yoksul doyumu fidye verir. Bununla birlikte, gönülden kim bir iyilik yaparsa (mesela fidyeyi fazla verirse) o kendisi için daha hayırlıdır. Eğer bilirseniz oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır. (O sayılı günler), insanlar için bir hidayet rehberi, doğru yolun ve hak ile batılı birbirinden ayırmanın apaçık delilleri olarak Kur’an’ın kendisinde indirildiği Ramazan ayıdır. Öyle ise içinizden kim bu aya ulaşırsa, onu oruçla geçirsin. Kim de hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde tutsun. Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez. Bu da sayıyı tamamlamanız ve hidayete ulaştırmasına karşılık Allah’ı yüceltmeniz ve şükretmeniz içindir.” (Bakara, 183-185)
Ayette, “Oruca gücü yetmeyenler” şeklinde çevirdiğimiz “yutîkûnehu” kelimesi, yöremizde de kullanılan “takat” kökeninden gelmektedir. Takat’ın aslı da boyuna takılan demir tasma anlamındaki “tûk” kelimesidir ki, yöremizde de buna “tok” denilmektedir. Bu kök anlamından hareketle, “zorlanmak, istediğini yapamamak” anlamı yüklenmiştir. Ayetteki bu kavramla, “yaşlılıktan yahut iyileşme ümidi kalmamış bir hastalıktan dolayı oruca gücü yetmeyenlerin”ın kastedildiği hadislerden de açıkça anlaşılmaktadır. Peygamber (ASV)’ın hizmetkârı Enes bin Malik (RA) yaşlanınca oruç tutamaz oldu, ömrünün son iki yılında her gün bir fakire ekmek ve et yedirerek fidye veriyordu. (Muvatta’, Siyam, 51)
“yutîkûnehu” kelimesi, “oruç tutmaya zorlananlar, oruca dayanamayanlar, oruca takati olmayanlar” şeklinde de tercüme edilmiştir. Ancak bu kelimeyi, “oruca gücü yetenler” yahut “fidye vermeye gücü yetenler” şeklinde anlayanlar olmuşsa da bu, icma-i ümmetçe kabul görmemiş; yanlış ve çelişkili bir anlayış olduğu belirtilmiştir. Çünkü “yutîkûne” fiili, üç harfli kök anlamından oldukça farklı bir anlam kazandıran dört harfli if’âl babı’dan “îytâk” masdarının fiilidir. “takat getirmek, gücü yetmek“ anlamındaki “Tâka” kökeninden gelmekle beraber, ayetteki bu kelime “güç yetirememek” anlamını kazanmıştır. “Tâka” gücü yetmek anlamındadır ama başına hemze getirilerek elde edilen ve üç harfli fiil olmaktan çıkıp dört harfli fiil türüne giren “etâka” güç yetirmeye zorlanmak” anlamına gelir. İşte ayetteki “yutîkûne” fiili “etâka” fiilinin mudari’ şeklidir. Bazılarının, “fidye vermeye gücü yetenler” şeklindeki verdikleri anlam daha da yanlıştır. Çünkü, bu durumda varlıklı olanların oruç tutmayıp fidye vermesi, varlıklı olmayanların ise oruç tutması emredilmiş oluyor ki Kur’an’ın temel ilkelerine aykırıdır. Ayrıca Arapça grameri açısından da yanlıştır. “fidye” dişi bir kelimedir, “yutîkûnehû” kelimesinin sonundaki “hû” zamiri ise erkektir, fidye kastedilmiş olsaydı dişi olan “hâ” olması gerekirdi.
Ayette geçen “bir yoksul doyumu fidye” tabiriyle her bir günün fidyesinin bir yoksulu doyuracak miktarda olması gerektiği anlaşılmaktadır. Hadislerde, ayetteki bu ifadeye açıklık getirilerek, fidyenin yoksulu bir günlük, yani iki öğün doyuracak yiyecek olarak açıklanmıştır. Bir fidye, bir fitre miktarına eşittir. Ramazan daha gelmeden önce fidyesi verilirse geçersiz olur, Ramazanda tekrar vermek gerekir. Fidye de fitre de Ramazanda verilir, bayramın birinci gününe kadar verilmesi gerekir. Hanefilere göre Ramazanda vermek daha sevaplı olmakla beraber Ramazandan sonra da verilebilir. Ancak Şafiîlere göre, mazeretsiz olarak Bayramın ilk günü gün batımından sonraya bırakmak haramdır. (Nevevî, el-Mecmû’, VI, 128.)
Hanefiler dışındaki cumhura (Şafii, Hanbelî ve Malikîlere) göre, çocuğunun sağlığı için oruç tutmayan hamile ve emziren kadınların tutmadıkları günleri kaza etmeleri gerektiği gibi, fidye vermeleri de gerekmektedir. Fakat çocuğun sağlığından değil de kendileri hakkında endişe ederlerse o zaman sadece kaza gerekir. (Nevevî, el-Mecmû’, VI, 267). Yine Şafiî Mezhebine göre önceki Ramazandan borcu olanlar, sonraki Ramazan başlayıp da mazeretsiz olarak henüz kaza etmemişlerse, kaza borcuna ilaveten her borç gün için bir de fidye vermeleri gerekir. Borcunu kaza etmeyenlerin fidye borcu da yılların tekerrürüyle katlanarak artar. (Nevevî, el-Mecmû’, VI, 364; Şirbînî, Muğni’l-muhtâc, I, 645).