TEKLİFSİZLİĞİMİZ MASALSIZLIĞIMIZDANDIR

“Kendine ait masalları, efsaneleri, hikâyeleri başkalarının hakikatine tercih etme cesaretini gösterdiğin gün, adımların yürüdüğün mekanı sana ait bir yola dönüştürmeye başlamış demektir. Unutma..! Kaybetmekten daha tehlikeli olan kaybolmaktır. Kendi hikâyesini, yani hafızasını kaybeden kaybolur.“ İhsan FAZLIOĞLU Başka hikâyeler okuyoruz, başka hikâyeler yaşıyoruz, başkalarının hikâyelerinde kurtuluş arıyoruz. Kendi hikâyemizden uzağız. Ödünç hayatlar yaşıyoruz, sahte, sanal ve bize ait olmayan bir yaşamın içinde boğuşuyoruz… Biz yokuz bu hayatın içinde, ben yok, bizim hayatımız, bizim hikâyemiz yok. Bu yüzden huzursuzuz, bu yüzden mutsuz. Bu yüzden eğreti hayatlar yaşıyoruz. Yabancılaşıyoruz, kalabalıklar arasında kayboluyoruz. Bizi hayata bağlayacak kendi hikâyemizden habersiziz, kendi hikâyemize uzak… Eksikliğimiz, yitirdiğimiz, yarım kalmışlık duygumuz; hâsılı hikâyemiz, hikâyesizliğimiz… Evet, ne demiştik; “Bir Hikâyesi Olmalı İnsanın” Önemine binaen tekrar edelim: Kendi hikâyesini yazamayanlar, kendi hikâyesinin kahramanı olamayanlar; Başkalarının hikâyesinin, başka hikâyelerin figüranı olmaya mahkûmdur… Kendi hikâyelerimizi kurabilmeliyiz. Bunun için öncelikle kendimizin farkına varabilmeli, kendimize ait rüyalar görebilmeliyiz. Ancak o zaman kendimize ait masallarımız olabilecektir. Bize kendi masallarımızı anlatacak kişiler lazım. Masalımız yok bugün, başka rüyaların, başka ideallerin başka masalların peşinden koşuyoruz. Sonuç koca bir hayal ve hayat kırıklığı. Bana bir masal anlat! Bize bir masal anlatın, zira masalımız olmadan yürüyemiyoruz… Masalımız olmadan nefes alamıyoruz, yaşayamıyoruz. Bizi, huzura kavuşturacak, kendimize getirecek, yaşamımızı “hay”ata ulaştıracak masallara ihtiyacımız var. Evet, evet; doğru okudunuz. Bana masal anlatma, deniyor ya çokça dudak bükülerek. Tam tersini ifade ediyoruz. Bizim, bize, bizden masallar anlatacak masal kahramanlarına ihtiyacımız var. Yazılarımızı takip edenler kelimelere olan muhabbetimizi de bileceklerdir. Buyurun o zaman, masaldan hareketle kelimelerin izi üzerinde bir yolculuğa çıkalım. Masal kelimesi bizi misâl kelimesine, oradan emsal kelimesine yani örnek kelimesine götürecektir. Masalı olanlar, masal kurabilenler örneklik oluşturabilenlerdir. Masaldan misâle, oradan emsale. Bitiyor mu, bitmiyor. Emsal olanlar ancak mesul olarak, mesuliyet duygusuyla, temsil etme derdini taşıyacaklardır. Çünkü temsil edemeyenler, emsal olamayacaklardır. Fikrini, düşüncesini, hayalini, idealini hâsılı kendi olma derdini yüklenenler ancak temsil etme gibi bir kaygıyı taşıyacaklardır. Temsiliyet ise bizi, yaşamış olduğumuz hayatın içinde karşılaştığımız durumlarda salt eleştirinin ötesine geçerek, tenkitten teklife bir yol arayışına götürecektir. Eğer bir teklifimiz var ise, esasen dert ettiğimiz, dert edindiğimiz hususlarda sergileyeceğimiz temsiliyetin gereği bir mükellefiyet bilincini ve tavrını taşımak gerekecektir. Bakın teklif ile mükellef kelimeleri de yine aynı kökten. Akıllı isek ve kim olduğumuzun bilinciydiysek mükellefiyetimizin, mensubiyetimizin gereği olduğunu unutmamak durumundayız. Başa dönecek olursak; mensubiyetimiz de, mükellefiyetimiz de, mesuliyetimiz de, temsiliyetimiz de bizi “bir masalımız var mı?” sorusuna ve bu soruya verilebilecek esaslı cevaplara yöneltecektir… Bir masalımız olmalı; paramparça halimizi, kırık dökük kalbimizi, karmakarışık aklımızı, birbirinden olabildiğince uzaklaşmış gönüllerimizi dağılmış olan yerlerinden toparlayacak… Onaracak… Birleştirecek… Bir masalımız olmalı, ondan önce hayalimiz olmalı, düşümüz olmalı. Zira hayali olmayanın masalı olamayacaktır. Hayali olmadan yaşayamayacaktır insan. Masalı olmadan, hikâyesi olmadan varoluşa ulaşamayacaktır. Bir hayat kurabilmenin, bir dünya inşa edebilmenin yolunu da açacak olan masalımızdır. Eksikliğimizin, yitirdiğimizin, yarım kalmışlık duygumuzun masalsızlıktan kaynaklandığını idrak etmek durumundayız. Masalımızdan, hayalimizden, ideallerimizden nasıl uzaklaştığımızı, meselelerimizi misâl kılarak, yeniden kendi masallarımızı yazabilmek için her şeyden önce kendi mesuliyetine uygun temsil ile tekliflerimizi ortaya koymak durumunda olduğumuzun farkına varabilmek, işte mesele bu. Dışarılarda oyalanmayı bırakarak, kendi masalının peşine düşmek… Masaldan meseleye, meseleden misâle, misâlden temsile ve teklife. İşe nereden mi başlayacağız? Elbette ilk evvel yine mesele ile ilgili bir kelime olan sual ile sorumuzu soracağız: “Hangi masalın çocuklarıyız?” İhsan Fazlıoğlu’ndan ilhamla yazdığımız yazıyı bir hulasa ile bitirelim. Bir hayaliniz var mı, masalınız; size, kendinize ait bir idealiniz, bir rüyanız, meseliniz, meseleniz..? Zira masalı olmayanın emsali, emsali yani örnekliği olmayanın temsili, temsiliyeti, temsiliyeti olmayanın mesuliyeti, mesuliyeti olmayanın mükellefiyeti, mükellefiyeti olmayanın yaşadığı dünyaya dair bir teklifi olmayacaktır, olamayacaktır. Teklifi olmayanın da mensubiyet iddiası lafügüzaftır... Ne diyoruz; teklifsizliğimiz, masalsızlığımızdandır...