AKİF İNAN VE MEDENİYET ANLAYIŞI
Mehmet Akif İNAN ölümünün 20 yılında anılıyor. Şair, yazar, fikir adamı kimliğinin yanında aksiyon adamı yönüyle de Türkiye’nin en büyük konfederasyonu Memur- Sen’in kurucusu olarak büyük bir sendikacı. Bu bağlamda onun sendikacı yanının daha popüler olduğunu, fikir ve düşünce adamı olan yanının ihmal edildiğini ifade edebiliriz. Mehmet Akif İNAN fikriyatının; gerek edebiyat alanında, gerekse de düşünce alanındaki eserlerinin ortak noktası olarak karşımıza çıkan kavram MEDENİYET olacaktır. Akif İnan sürekli olarak Medeniyete vurgu yapacaktır. Bu yüzden Onun yaşantısı ve mücadelesi de medeniyet anlayışı ekseninde bir mücadele olarak okunmalıdır.
Akif İnan medeniyet ve uygarlık kavramlarını çok defa birbirinin yerine kullanmıştır. Yaşamış olduğumuz krizlerin temelinde medeniyet krizinin olduğunu ifade edecektir. ‘Toplum olarak yaşadığımız bunalımların temelinde medeniyet davası yatar’ der. “Biz, batı medeniyetinden değil İslam medeniyetindeniz” diyerek durmamız gereken noktayı ifade edecektir. “Batı, ayrı bir insanın, ayrı bir coğrafyanın, ayrı bir tarihin, ayrı bir kaynağın medeniyeti, bizimkisi ise ayrı… Bir milleti diğerinden farklı kılan, onun kendine mahsus olan özellikleridir. Medeniyetin temelinde Miletlerin inanışları yatar… Millet olma vasfını kazanmış bir toplumun içinde bulunduğu bu medeni durumdan koparılarak, başka bir medeniyet dünyasına itilmesi, onun bütün varlığını hiçe saymak, bir maceraya sürüklemektir. Bizim bilhassa Tanzimat’tan beridir, toplumca uğradığımız işte böyle bir macera olmuştur. O batı ki bize yar olmayandır. Yar olmak ne demek, bizi iflah etmeyendir… Bütün dava medeniyetimize uygun bir aydın neslin yetişmesidir…”
Akif İnan’da Medeniyet; hayat tarzı, dünya görüşü, düşünce biçiminden bağımsız olamayacaktır. Medeniyetin ruhuna uygun olmayan düşüncenin, fikrin, sanatın edebiyatın karşısında olacaktır. “Cemiyetimizi kendi medeniyetinden gayrısına adapte etmeye çalışma gayretleri, insanımızı apıştırmış, kabiliyetinin zuhuruna imkân bırakmamıştır. Bu öyle bir apıştırmadır ki insanımınız kendi kaynaklarımızdan fışkıran birer kabiliyet olma imkânı bulamadığı gibi, angaje olunan başka medeniyetinde mensubu olamadığı için o alanda bir varlık gösterememiştir… Medeniyetimizin kaynağı İslam inancıdır… İslam kendisinin dışındaki hiçbir düşünce sistemine muhtaç olmayan büyük ve eksiksiz bir ilahi nizamdır… İslam medeniyet dünyasından koparak, batı medeniyeti içerisinde yer almaya çalışmamız sosyal bünyemizi büyük ölçüde sarsmıştır. Uygarlığından koparılan toplum, tükenişin trajedisini yaşıyordur. “
Bu noktada geçmişten bu yana birçok açıdan benzeştiği İslamcı anlayışın, -teknik, medeniyet, sanayileşme-konularındaki sentezci yaklaşımını eleştiren ifadeleri dikkate değerdir. “Meşrutiyet döneminin Türkçülük, milliyetçilik akımı gibi İslamcılık akımı da batıcı bir zemin üzerindedir... İslamcıların bir bakıma döne dolaşa savundukları ‘İslam’ın terakkiye mani olmadığı’ydı… İslamcıların hemen hepsi, yüz yıllardan beri İslam’ın uygarlık hamlelerine kapalı, statik bir din haline getirildiğine inanıyordu. Bu hale gelen dini ‘uyandırmak için haykırmak’ gerekliydi. Çok geri bir duruma düşürülmüştü İslam… İslamcı kanadın tavsiyesi özetle şuydu; ‘alınız ilmin garbın, alınız sanatını.’ Batının “iyi şeylerini alan” bir inkılap lazımdı. Batı ile İslam’ın bir sentez oluşturduğu bir inkılap yani… Meşrutiyet döneminde zuhur bulan İslamcı akımın düştüğü açmazların sebebi, İslam’la öteki sistemler arasındaki kesin farkı görememektendir. Batı dünyasının dış cümbüşüne kapılarak ne deve ne kuş acayip sentezler vazetmelerine yol açmıştır… Batılılaşmanın bir çıkmaz sokak olduğunu, kayıplarımızı bize buldurmak şöyle dursun, mevcudumuzu da tüketeceğini göremedik. Yapılması gereken batıcılıkla hesaplaşmadır. Bu hesaplaşmayı yapmadan belimizi doğrultamayacağız. “
Batı uygarlığını “ruhun tükenişi” olarak değerlendirecektir. O yüzden olmazsa olmazı İslam düşmanlığı olan Batı uygarlığını İslam uygarlığından ayıracaktır. “İslam dışı uygarlıkların ve onların toplumlarının ortak düşmanı, her zaman için İslam toplumu ve uygarlığı olmuştur… “ Akif İnan; bugün hali hazırda da yaşamış olduğumuz sorunların temelinde “medeniyetten kopuş” olduğunun farkındaydı. Medeniyetin inşasını her dem önümüze koymasının sebebi, çağın karanlıklarından, yaşamış olduğumuz medeniyet krizinden, ancak kendi medeniyet anlayışımızı ayağa kaldırarak kurtulabileceğimize olan inancıydı.
Akif İnan okumalarının bize gösterdiği hususlardan biride; onun teknolojiye, ilerlemeye, sanayileşmeye yaklaşımının da medeniyet bağlamında oluşuşudur. “Her uygarlık, tekniğini de kendi özüne uygun biçimde geliştirmiştir. Bugün batının ulaştığı teknik durum onun uygarlık anlayışının maddeye yansımış halinden başka bir şey değildir. Bu açıdan tekniğe uygarlığın bir uzantısı olarak bakmak lazımdır. “ der. Bu bakış açısı ve çözüm önerisi kanaatimce zihin konforunu bozmadan ulaşabileceğimiz bir nokta değildir. O halde ne yapmalı? Diye sorar ve çözümü de ortaya koyar. “Batı tekniğinin, batı uygarlığının bir ürünü olduğunu kabul etmeli. Yani batının tekniği ile uygarlığı bir bütündür. Özdeştir, birbirinden kopamaz. Bizim uygarlığımızsa, özünde teknik oluşumları ve gelişmeleri şart gören ileri ve ideal bir hususiyet taşır. O halde sanayileşmeye uygarlığımızın bakış açısıyla yaklaşmalıyız. Ölçü ve çözüm anlayışımız batılı, batıcı gibi olursa toplum yapımızın ayağı daha da kayar. Bunalımımız daha da çoğalır. Cemiyetimizi kaybederiz. Uygarlığımızı bir daha bulamayacak, tanıyamayacak noktaya geliriz. Teknik sorunlara batı tekniğinin verileriyle değil yerli mütefekkir bir kafa ve yürekle yönelmeliyiz.”
Mehmet Akif İNAN; ortaya koymuş olduğu medeniyet anlayışıyla, hayat görüşüyle, düşüncesiyle, şiiriyle, edebiyatıyla ve elbette aksiyoner yönünün uzantısı olarak sendikacı kimliği ile kendi gök kubbemizden bir sestir. Bu topraklara bu toprakların değerleri bağlamında bir bakıştır, yüklendiği misyonun mesuliyetinin bilincinde ilkeli ve kararlı bir duruştur. Allah rahmet eylesin. vakilli@hotmail.com